SAHRA (ABDÜLHAK HAMİT TARHAN)
şiirler
Abdülhak Hamit Tarhan (d. 2 Ocak 1852 - ö. 13 Nisan 1937)

ISBN: 978-9944-237-87-1


Abdülhak Hâmid Tarhan’ın yayımlanmış ilk şiir kitabı. Eser, 1879 yılında yayımlanmıştır. Hâmid, Sahra’yı, Paris dönüşü bastırmıştır. Kitaptaki şiirlerin birçoğunu Paris’te yazmıştır. Bazılarını ise daha önceleri yazmaya başlamıştır. Yurda döndüğünde bunlara birkaç tane daha ilâve etmiş, bazılarında da düzenlemeler yaparak eserini yayımlamıştır.

59 sayfa olan Sahra, 10 manzumeden oluşmaktadır. Bunlar sırasıyla, “Hoş-nişinân”, “Belde-güzîn”, “Mu’tekif”, “Mütehassir”, “Feragât-kâr”, “Mütesadif”, “Nevmid”, “Mazi”, “Davet” ve Ülfet’tir. Sahrada yaşayanların anlatıldığı “Hoş-nişinân” ile şehirde yaşayanların anlatıldığı “Belde-güzîn” şiirleri kitabın ismiyle ilgilidir, diğerleri değildir. “Mütehassir” daha önce Duhter-i Hindu’da yer alan “Tanaggum” manzumesinin geliştirilmiş şeklidir. Hâmid, “Feragatkâr” ile “Mutekif” şiirlerini ise Tezer ve Tarık piyeslerinde de kullanmıştır.

Kitabın ilk şiiri olan “Hoş-nişînân-köylü”, aynı zamanda kitabın da en uzun şiiridir. On sekiz nağmeden oluşmaktadır. Şiirde Hâmid, kırda yaşayanları (köylüleri) anlatır. Onların hayatlarını merak eder ve (hayalen) bir müddet onların yanında kalır. İlk nağmede, şehirli ile köylülerin kısa bir karşılaştırmasını yapar. Köylülerin rahat içerisinde ve endişesiz bir hayat yaşadıklarını, dost ve cana yakın olduklarını söyler. Buna karşın şehirliler, eziyet ve sıkıntı içerisindedirler, geçim dertleri vardır, endişeli bir hayat geçirmektedirler. Hâmid, bu karşılaştırmayı ikinci nağmede de devam ettirir ve daha önce söylediklerine ilave olarak eğlence meselesine de konuyu getirir. Köylünün bu konuda da şehirliden daha mutlu olduğunu söyler. Hâmid, üçüncü nağmede köylüyü anlatmaya başlar. Onun, nefsini hayata esir eylemediğini, söyler ve meseleyi inanç konusuna getirir. Hâmid şiirde geçim, eğlence, dünyadaki olaylar, evlenme gibi hadiselerle birlikte inanç meselesini de işler. Köylünün hanımıyla birlikte tabiatı hayranlıkla seyretmesini, oradan yaratıcıyı bulmasını en doğru, akla uygun ve diğerlerine tercih edilir bir ibadet şekli olarak verir. Allah’a bağlılığın içe ait olduğunu söyleyip din kısmını reddeder. Yani kitaba, camie, imama, cemaate gerek olmadığını söyler. Bu, üstadı Şinasi’den gelen deist, hocası Hoca Tahsin Efendi’den gelen Panteist anlayışın devamı ve tesiridir. Bunlar da bu dini görüşleri Batı’dan almışlardır. J.J. Rousseau’nun din hakkında sürdüğü görüşler de bu şekildedir. Bunlar ayrıca Hâmid’de daha sonra görülecek olan inançla ilgili değişikliklerin de ilk örnekleridir. Hâmid, altıncı nağmeyle birlikte köylünün hayatını anlatır. On beşinci nağmeye ye kadar, onların yaşadığı yerleri, evlerini, buradaki hayatlarını verir. Daha sonra meseleyi köylü kızına getirir ve dört nağme de ondan bahseder. Hâmid’in kızı anlatırken onun özellikleri olarak, iffetli ve namuslu olmasını, makyajsız olmasını, bir tek erkeği sevmesini söylemesi önemlidir.

Hâmid, bu şiirde köylülerin sakin ve huzurlu bir hayat sürdüklerini söylememektedir. Böyle devam etmelerini de istemektedir. Kendisi İstanbul’un en güzel yerlerinde doğup büyümüş ve yaşamıştır. Onun bir köy hayatını arzulaması veya köy hayatının bu hayattan daha iyi olduğunu söylemesi mümkün değildir. O Paris’te şehir hayatından ve eğlencesinden sıkılmıştır. Bu hayatı yaşayacak ekonomik duruma sahip değildir. Şehir hayatını kötüleyip köy hayatını övmesinde bunun etkisi büyüktür.

Bazı araştırmacılar Hâmid’in sahra hayatını bilmediğini söylerler. Hâlbuki Hâmid İran, Paris, Beykoz ve Çamlıca’daki hayatlarında sahra hayatını ve köylüleri gözlemleme imkânı bulmuştur. Hatıralar ve Mektuplar’da bunlarla ilgili bilgiler vardır. O zamanlar İstanbul’un fazla uzak olmayan yerleri yine bağ bostan işlerinin yapıldığı, hayvancılığın olduğu, köy hayatının yaşandığı yerlerdi. Bu yüzden Hâmid’in köy hayatını bilmemesi mümkün değildir. Sadece köy hayatı, yaşamamıştır. Bu şiire bakıldığında da köy hayatını uzaktan seyrettiği ve o şekilde bunu anlattığı açıkça görülmektedir. Bu uzaktan seyretmede annesinin Çerkezistanlı olmasının büyük etkisi vardır. Muhtemelen annesi ona oradaki köyünden ve köy hayatından bahsetmiştir. Şiirde anlatılan hayat, daha çok onların hayatına ve şiirdeki tabiat daha çok oralara benzemektedir. Yine Hâmid’in köy hayatını ve köylüleri şehirliden daha üstün bulmasında annesinin de etkisi vardır. Yüksek tabakaya mensup bir aileden olan babasının yanında cariyelikten gelen annesinin davranışları daha tutarlıdır. Hâmid, bazı eserlerinde bu durumu işlemiştir. Asaletin yüksek mevkilere mensup olanlarda değil de insanın kendi cevherinde olduğunu söylemiştir. Hâmid’in bu görüşünde J.J. Rousseau’dan etkilendiği, onun tabiat güzel, medeniyet çirkindir, kırda yaşayanlar mesut, şehirde yaşayanlar ise bedbahttır anlayışını benimsediği de söylenir. Bu görüş yanlış olmamakla birlikte Sahra söz konusu olduğunda annesinin etkisi daha ağır basmaktadır.

Kitabın ikinci şiiri; “Belde-güzin-şehirli”dir. Dokuz nağmeden oluşmaktadır. Şiirde Hâmid, bu sefer şehirlinin yaşantısını anlatır. Bunu yaparken de kendi hayat tecrübelerinden özellikle Paris’teki yaşadıklarından yararlanmıştır. İlk önce bir kadınla olan muaşakayı anlatır. Bu kadın hafif meşrep birisidir. Sıkıntısı çekilecek gibi değildir. Yüzü makyajlıdır. İnsanın canını yakar, gönlünü üzer. Onunla arkadaşlık etmek için çok paraya sahip olmak lazımdır. Hâmid; ilk nağmede bunları söyler, daha sonraki altı nağmede, bu kadınla olan ilişkiyi verir. Nasıl elde edileceğini, beraber olununcaya kadar neler yapılacağını anlatır. Sekizinci nağmede, böyle bir hayatın çok büyük fedakârlık gerektirdiğini, kolay olmadığını söyler. Hâmid, burada kapitalist sistemin güzel bir tarifini de yapmıştır: Bu sistemde paraya tapılmaktadır, bankalar mabet olmuştur, zenginler peygamberdir, balolar cennettir, kadınlar meleklerdir. Köyde yaşayanların dini yukarıda verildiği gibi iken şehirde yaşayanların dini de bu şekildedir. Hâmid, şehirliyi anlatırken sadece onun sefahatini anlatır. Bu da gösteriyor ki onu şehir hayatından sıkılması, köy hayatını arzulaması bu yüzdendir. Bu sefahati yapacak durumu yoktur, aldığı maaş buna yetmemektedir. Yoksa gerçekten köy hayatını iyi görmemektedir. Nitekim bu nağmede açıkça bunu söylemektedir. Bu durumdan şikâyet etmektedir. Dokuzuncu ve son nağmede de yine onun yasak zevk ve eğlencelere düşkünlükte bir lezzet olmadığını söylediği görülür. Tekrarlanacak olursa Hâmid, Paris’teki kötü hayatından sıkılarak bunları yazmıştır. Bunlardan sıkılmasının sebebi ise parası olmadığı için istediği şekilde bu hayatı yaşayamamaktır. Bunu yapmakla da döneminin Batı ve medeniyet hayranlığı fikrinden uzaklaşmış veya ona karşı bir söylem geliştirmiş değildir. 

Bu şiirde dikkati çekin bir özellik, Hâmid’in kokot, frank, moda, lak, jacket, tuvalet gibi pek çok yabancı (Fransızca) kelimeyi kullanmasıdır. Bu da dönemi için önemli bir kullanımdır. Araba Sevdası romanından çok önce böyle bir kullanımı hem de şiirde yapmaktadır. 

Sahra’da bunun gibi başka yenilikler de vardır. Hâmid, muhtevada yenilik yaptığı gibi, anlatımda, şekilde ve kafiyede de yenilikler denemiştir. Muhteva bakımından köy ve kır hayatı ve tabiat güzellikleri şiire konu olarak girmiştir. Bunu de şehirli diliyle anlatmıştır. Klâsik şiir dilinden ayrılmıştır. Klasik şiirdeki tabiat da terk edilmiştir. Tabiatın başka güzellikleri de şiire girmiştir. Hâmid’in Türk şiirine yaptığı yeniliklerden birisi de Batılı tabiat görüşünü şiire sokmuş olmasıdır. Sahra’dan sonra tabiat, Abdülhak Hâmid’in şiirlerinde başlıca konulardan birisi olmuştur. Hâmid, Sahra ile tabiata dini ve felsefi bir gözle bakmaya başlamıştır.

Hâmid Sahra’da klâsik şiirin mazmunlarını bırakmış, klâsik şiirin dünyasından uzaklaşmıştır. Bunun yanında şekil değişikliği de yapmıştır. Hâmid, bu şekil değişikliğini Mizancı Murad’ın tavsiyesiyle denediğini söyler. Onun şu sözü bunda etkili olmuştur: “Garplılar şiirlerine şu yolda kafiye yaparlar, sen de onu tecrübe et. Bak nasıl muvaffak olursun!..” deyince Hâmid de onun dediğini yapmıştır.

Hâmid, “Manzum terceme-i hâl”inde Sahra’yı Batı edebiyatı tarzında yazdığını söylemektedir: "Eyleyip ye’s ile bir gün cür’et / Tarz-ı garbî dedim, olsun âdet; / O zaman yazmış idim Sahra’yı 

Keşfedermişce yeni dünyâyı…" Batı edebiyatından da Byron’u taklit etmiştir. Onun açık ve anlaşılır üslûbu ile vezin ve kafiyedeki serbest, rahat tarzını kullanmıştır. Sahra ile birlikte edebiyatın yönü Batı’ya çevrilmiş, böyle de yazılabileceği görülmüş, eski edebiyatın dairesinden çıkılmış, bu tarzda yazma başlanmış oldu.

Şairin biyografisi için bk. "Abdülhak Hamit Tarhan". Türk Edebiyatı İsimler Sözlüğü. http://teis.yesevi.edu.tr/madde-detay/tarhan-abdulhak-hamit

Eserden Örnekler


HOŞ-NİŞÎNÂN

Nağme: l

Bir zamanlar karar-gâhım idi,

Bedeviler gibi beyâbanlar.

Buna mûcib de iştibâhım idi:

Nasıl imrâr-ı vakt eder anlar.

Belde halkında görmedim, hayfâ,

Gördüğüm ünsü ehl-i vahşette!

Bedeviler sükûn u rahatte,

Sürdüğü daima ganemle safâ.

Beledî muttasıl esîr-i cefâ,

İnti’aş âleminde zulmette!

Biri endişeden aman bulmaz.

Biri endişeye zaman bulmaz.


Nağme: 2

Beledî nûş-ı zehr-i mihnet eder,

Bedevi taze taze şîr-i lezîz.

O taayyüş deyip cihâda gider,

Bunu av etleri eder telzîz.

Medenî sarf-ı nakd edip hatta

Nefsini sâz ile hamûş eyler.

Bedevî külbesinde gûş eyler,

Nagamât-ı tuyûru bâd u hevâ.

Bunu bir mâkire edip iğvâ,

Sanki çirk-âb-ı zevki cûş eyler.

Âb-ı sîmin içinde cilve-künân,

Anı da hem-seri eder hayran.


Nağme: 3

Bedevi hem-seriyle çifte gider;

Geçirir zer’ ü ra’y ile demini.

Dağ başında muâf-ı kayd-ı keder.

Hiç düşünmez bu gussa âlemini.

İnkılâb ü havâdis-i devrân

Edemez kalb-i sâfına tesîr;

Lokma-ı nân-ı huşk ile dil-sîr,

Yeter iknâa bir çanak ayran;

Daimâ pür-meserret ü handân,

Nefsini eylemez hayata esîr.

Seyredip valihane âfâkı,

Bî-delâlet bulur o Hallâk’ı.


Nağme: 4

Ederek kubbe-i semâya nazar,

Tapınır kendi kendine daim.

Ahter-i sâbit-i ziyâ-güster

Şem’a-i ma’bede olur kaim.

Şeceristan cemâat-ı mescid,

Ki gelip nefh-i bâd ile vecde

Hazret-i fıtrate eder secde.

Hayy-i mevcûd u vâcid ü mûcid

Görünür kim o âbid-i sâcid

Olduğu âlem-i müheyyicde,

Bakıp etrafına taabbüd eder..

Tâ’ati muttasıl teceddüd eder.


Nağme: 5

Bedevînin ibâdeti haktır;

O da bil-farz olunsa bir tahkîk,

Hey’et-i kâinâta bakmaktır,

Zen-i hem-râzını edip terfîk.

Olduğuyçün tabiate makrûn,

Bu ibâdet gelir ukule sahîh,

Olunur hem de hepsine tercih.

Mütedeyyin neden ola medyûn,

Vaz’ ile itiyâd-ı gûnagûn,

Ki eder ehli birbirin takbih?

Ta’at-ı Hak derûna aiddir.

Ma’bed ü iktidâ zevâiddir. (Safi 2015: 12-20)


Nağme: 15

Dağda şâhin bakışlı bir duhter

Gezer ahu gibi tevahhuş ile.

O cibâlin perisine benzer,

Zihni işgal eder tahaddüş ile.

Aşka vâkıf değilse de lâyık,

Hüsnü mevki gibi tabiîdir,

Şevk-i sevdâ dilinde mer’îdir.

Fıkra-ı aşk u şöhret-i âşık

Yâd olunsa fakat değil fârık.

Sanki bir gülbün-i rebî’îdir,

Zemherir öyle berg ü ber vermiş,

Kış gününde kemale erdirmiş.


Nağme: 16

Neşreder nefh-i subh ile reyhân,

Zülf-i müşkîni dûş-ı nâzında.

Gâh gâh âsmâne nazre-künân,

Sanki bir hem-nişîn niyâzında,

Geldiği burcu görmeğe ol mâh,

Hod-be-hod seyr-i kâinat eyler.

Vahşiyâne terennümât eyler

Bir halâvetli savt ile gâh gâh,

İsmet-i Meryemânesiçün ilâh,

Ana mümkünse iltifât eyler.

Biri kasd-ı tasallut etse eğer

Cânına hançer-i nigâhı değer


Nağme: 17

Hey’eti sâde, ziyneti mefkud,

Değer ol sâdelıkteki hâlet

Pâdişâhâne elverişli nukud,

Çünkü Kudret verir ana ziynet:

Vechini âb-ı sâf eder tathîr,

Zülfüne şâne-zen dem-i ervâh,

Uykudan kaldırır nesîm-i sabah;

Itr-ı ezhâr ile edip tesîr.

Subhu yahut horoz eder tebşir,

Ki bilip kız bu hâli istiftâh,

Sarınır gîsûvân-ı şeb-gûne,

Gün gibi fer verir o hâmûne.


Nağme: 18

Her seher vakti tecrübe etmiş,

Oynaşı vâkıf-ı tulû’u olur;

Yani idrâk eder ki kız gitmiş;

İki eş birbirin o dağda bulur.

Aşka dair tekellüm etmezler;

Söylemezlerse cân ü cânândan,

Sevişirler fakat dil ü cândan.

Düşseler birbirinden ayrı eğer,

Eser eyler gönüllerinde keder,

Yine bilmezler anı hicrândan.

Gülüşürler sevinci bilmeyerek,

Ağlayıp sızlamak da öyle gerek (Tarhan 2015: 40-46).

Kaynakça


Akıncı, Gündüz (1954). Abdülhak Hâmit Tarhan: Hayatı, Eserleri ve Sanatı. Ankara: Türk Tarih Kurumu Basımevi.

Akün, Ömer Faruk (1967). “Abdülhak Hâmid’in Basılı Eserleri Hakkında Yeni Bilgiler”. Türk Dili ve Edebiyatı Dergisi, C.XV. İstanbul: İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Yayınları.

Enginün, İnci (1987). Abdülhak Hamid Tarhan, Bütün Şiirleri I Sahra/Divaneliklerim / Bunlar O’dur. İstanbul: Dergâh Yayınları.

Kaplan, Mehmet (1992). “Hâmid ve Annesi”, Türk Edebiyatı Üzerinde Araştırmalar, 2. Bs., İstanbul. Dergâh Yayınları.

Kaplan, Mehmet (1992). “Tabiat Karşısında Abdülhak Hâmid”, Türk Edebiyatı Üzerinde Araştırmalar, 2. Bs., İstanbul: Dergâh Yayınları.

Tarhan, Abdülhak Hâmid (2015). Sahra, (hzl. İhsan Safi). İstanbul: Akademik Kitaplar.

Atıf Bilgileri


SAFİ, İHSAN. "SAHRA (ABDÜLHAK HAMİT TARHAN)". Türk Edebiyatı Eserler Sözlüğü, http://tees.yesevi.edu.tr/madde-detay/sahra-abdulhak-hamit-tarhan. [Erişim Tarihi: 02 Nisan 2025].


Benzer Eserler

# Madde Yazar Madde Yazarı İşlem
1 MACERÂ-YI AŞK (ABDÜLHAK HÂMİT TARHAN) Abdülhak Hâmit Tarhan Doç. Dr. Oğuzhan Karaburgu
Görüntüle
2 SABR U SEBAT (ABDÜLHAK HÂMİT TARHAN) Abdülhak Hâmit Tarhan Doç. Dr. Oğuzhan Karaburgu
Görüntüle
3 İÇLİ KIZ (ABDÜLHAK HÂMİT TARHAN) Abdülhak Hâmit Tarhan Doç. Dr. Oğuzhan Karaburgu
Görüntüle
4 DUHTER-İ HİNDÛ (ABDÜLHAK HÂMİT TARHAN) Abdülhak Hâmit Tarhan Doç. Dr. Oğuzhan Karaburgu
Görüntüle
5 NESTEREN (ABDÜLHAK HÂMİT TARHAN) Abdülhak Hâmit Tarhan Doç. Dr. Oğuzhan Karaburgu
Görüntüle
6 NAZİFE (ABDÜLHAK HÂMİT TARHAN) Abdülhak Hâmit Tarhan Doç. Dr. Oğuzhan Karaburgu
Görüntüle
7 TÂRIK yahud ENDÜLÜS FETHİ (ABDÜLHAK HÂMİT TARHAN) Abdülhak Hâmit Tarhan Doç. Dr. Oğuzhan Karaburgu
Görüntüle
8 TEZER YAHUT MELİK ABDURRAHMANÜ’S-SÂLİS (ABDÜLHAK HÂMİT TARHAN) Abdülhak Hamit Târhan Doç. Dr. Oğuzhan Karaburgu
Görüntüle
9 EŞBER (ABDÜLHAK HÂMİT TARHAN) Abdülhak Hâmit Tarhan Doç. Dr. Oğuzhan Karaburgu
Görüntüle
10 MAKBER (ABDÜLHAK HAMİT TARHAN) Abdülhak Hamit Tarhan Prof. Dr. İHSAN SAFİ
Görüntüle
11 ÖLÜ (ABDÜLHAK HAMİT TARHAN) Abdülhak Hamit Tarhan Prof. Dr. İHSAN SAFİ
Görüntüle
12 BELDE YAHUT DİVANELİKLERİM (ABDÜLHAK HAMİT TARHAN) Abdülhak Hamit Tarhan Prof. Dr. İHSAN SAFİ
Görüntüle
13 BUNLAR ODUR (ABDÜLHAK HAMİT TARHAN) Abdülhak Hamit Tarhan Prof. Dr. İHSAN SAFİ
Görüntüle
14 HACLE (ABDÜLHAK HAMİT TARHAN) Abdülhak Hamit Tarhan Prof. Dr. İHSAN SAFİ
Görüntüle
15 KAHBE YAHUT BİR SEFİLENİN HASBİHALİ (ABDÜLHAK HAMİT TARHAN) Abdülhak Hamit Tarhan Dr. Ayşe Sandıkkaya Aşır
Görüntüle
16 MÎZÂNÜ'L-BELÂGA (ABDURRAHMAN SÜREYYÂ) Abdurrahman Süreyyâ, Mîrdûhî-zâde Araş. Gör. MUSTAFA KILIÇ
Görüntüle
17 SÜNÛHÂT (ABDÜLVEHHÂB) Abdülvehhâb, Bolulu Dr. Öğr. Üyesi Adem Özbek
Görüntüle
18 BELÂGAT-I LİSÂN-I OSMÂNÎ (AHMED HAMDİ) Ahmed Hamdi, Şirvânî Araş. Gör. MUSTAFA KILIÇ
Görüntüle
19 LUGAT-I KÂMÛS (AHMED LÜTFÎ) Ahmed Lütfî Efendi Diğer Hamza Havuz
Görüntüle
20 LEHCE-İ OSMÂNÎ (AHMET VEFİK PAŞA) Ahmed Vefîk Paşa Diğer Hamza Havuz
Görüntüle
21 ISTILÂHÂT LÜGATİ (YENİŞEHİRLİ AVNÎ) Avnî, Yenişehirli Dr. Bihter Gürışık Köksal
Görüntüle
22 BELÂGAT-I OSMÂNİYYE (CEVDET PAŞA) Cevdet Paşa, Ahmed Cevdet Paşa, Lofçalı Prof. Dr. Mücahit Kaçar
Görüntüle
23 HADÎKATÜ'L-BEYÂN (HACI İBRÂHİM EFENDİ) Hakkı, Hacı İbrâhim Hakkı Efendi Araş. Gör. MUSTAFA KILIÇ
Görüntüle
24 SEFÎNETÜ’L-İNŞÂ (HÂLET) Hâlet, İbrâhim Hâlet Bey, İstanbullu Araş. Gör. MUSTAFA KILIÇ
Görüntüle
25 SEVDÂ-YI NİHÂN (HÂLİD) Hâlid, Yenişehirli-zâde Hâlid Eyyûb Bey Doç. Dr. Macit Balık
Görüntüle