MEŞÂ'İRÜ'Ş-ŞUARÂ (ÂŞIK ÇELEBİ)
şair tezkiresi
Âşık Çelebi, Seyyid Pir Mehemmed b. Ali (d. 926/1520-ö.979/1572)

ISBN: 978-9944-237-87-1


 Âşık Çelebi (926/1520-979/1572) tarafından yazılan şair tezkiresi. Tezkire daha çok Âşık Çelebi Tezkiresi, Tezkire-i Âşık Çelebi olarak bilinse de orijinal adı Meşâ’irüş-Şu’arâ (şairlerin nişaneleri, şairlerin durak yerleri)’dır. Eser 976/1568-69 tarihinde tamamlanıp devrin sultanı II. Selîm’e (1524-1574) sunuldu. Âşık Çelebi nazım-nesir alanında çok sayıda eser vermiş olmakla birlikte onun çalışmaları değerlendirildiğinde tezkire yazarlığının ön plana çıktığı görülür. Meşâ’irüş-Şu’arâ da Âşık Çelebi’nin eserleri arasında en başarılı ve tanınmış çalışmasıdır. Meşâ’irü’ş-Şu’arâ, hacmi, muhtevası, dili ve üslubu açısından Türk edebiyatının en önemli ve en tanınmış tezkirelerindendir. Tezkire, bir mukaddime ve şair biyografileri olmak üzere iki kısımdan meydana gelmektedir. Eserin diğer şair tezkirelerine oranla oldukça hacimli olan mukaddimesinde şiire dair verilen ayrıntılı ve orijinal bilgileri türün diğer örneklerinde bulmak mümkün değildir. Girişte, sözden hareketle şiirin manası, iç ve dış unsurları, Araplarda ve Osmanlıdaki tarihî gelişimi başka kaynaklardan alınan bilgilerle, Arapça, Farsça şiirlerle, ayet, hadis ve kelamlarla desteklenerek anlatılır. Ortalama 35 varaklık bu uzun mukaddimede, sözden hareketle şiir kavramı üzerinde durulur. Şiirin teşekkülü ve tarihçesi ayrıntılarına inilerek incelenir. Şiirin tarihini Hazret-i Âdem’den başlatan Âşık Çelebi, şiirin manasını, kısımlarını, Aristo’nun şiir görüşünü, İslamiyet’te şiirin fonksiyonunu, Araplarda şiirin tarihi seyrini anlattıktan sonra tezkirenin yazıldığı döneme kadar tahta geçen on iki Osmanlı sultanından, bunların şiire olan ilgilerinden ve şair olanlarından bahseder. Bu arada da Osmanlıda şiirin tarihî gelişimini özetler. Daha sonra, şair saymadığı kişileri tezkiresine almadığından, eserine Meşâ’irü’ş-Şu’arâ adını vermesine rağmen aslında muhtevası itibariyle Tevârih-i Şu’arâ denilmesi gerektiğinden bahsederek giriş kısmını bitirir. Bütün bunları anlatırken zaman zaman yararlandığı kaynaklardan, kendi eserinden önce yazılan tezkirelerden, tezkiresinin yazılma macerasından ve hayatından söz eder. Bu arada birkaç şiirini de zikreder. Mukaddime bu şekliyle özellikle şiir ve şiir tarihiyle uğraşanlar için büyük önem arz etmektedir. Önsözden hareketle, müellifin bu bilgilerini toplarken çok sayıda yazılı ve sözlü kaynaktan yararlandığı söylenebilir.

Tezkirenin metin kısmında I. Murâd (1326-1389)’dan itibaren eserin bitirildiği 976/1568-69 yılına kadar yaşayan 426 şair ele alınmış, özellikle müellifin dostu olan şairler samimi ve esprili bir dille, teferruatlı olarak tanıtılmıştır. Şair sayısı açısından Türk edebiyatında kaleme alınmış altıncı büyük şair tezkiresidir. Tezkire yazarlarının bir kısmı ele aldıkları şairi bizzat incelemişler, şairin sanatı hakkında kendi yorumlarını yapabilmişlerdir. Büyük bir kısmı da kendisinden öncekileri taklit etmiştir. Âşık Çelebi ilk kategoriye giren nadir tezkire yazarlarındandır. Eserde kısa biyografilerde verilen bilgiler diğer tezkirelerden pek farklı değildir. Onun eserinin önemli tarafı bizzat şairinden öğrendiği veya yakınlarından duyduğu doğru ve geniş bilgiyi vermesi, bir psikolog gibi şairleri ve olayları tahlil etmesidir. Bu yönüyle eser bir edebiyat tarihinden çok hikâye, hatta roman havası taşımakta ve türünün tek örneğini teşkil etmektedir. Âşık Çelebi şairlerin sanat güçlerini değerlendirirken tarafsız olmaya çalışmakla birlikte zaman zaman bu değerlendirmeye kendi düşüncesini ve yorumunu da kattığı görülür. Eserde, insan tasvirlerinin yanı sıra birçok çalışmaya malzeme olabilecek, tarihçileri, sanat tarihçilerini hatta coğrafyacıları ilgilendiren İstanbul’un semtleri ve Rumeli şehirlerine dair tabiat ve mekân tasvirleri de mevcuttur. Tezkirenin eleştirilen yanı “ebced”e göre tertip edilmesidir. Bu tasnif tarzı eserin rahatça kullanılmasını engellemektedir. Eserin ebcede göre düzenlenmesinin sebebi, yazarın deyişiyle 16. yy.ın diğer şair tezkiresi yazarı Latîfî (1491-1582)’nin “yaran lokmasına tama edip”, Âşık Çelebi’nin fikri olan alfabetik sistemi Çelebi’den önce tezkiresinde kullanmasıdır. Âşık Çelebi, Latîfî’den farklı olmak için eserinde kullanılması zor olan ebced sistemini tercih etmiştir. Müellifin, biyografilerde uzunluk-kısalık açısından bir oran fikrinin olmaması, bazı meşhur şairleri eserine almayı unutması da eleştirilecek noktalardandır.

Âşık Çelebi, üslûp sahibi bir yazardır. Onun tezkiresinde kullandığı dil, oturmuş bir kültür dilidir. Kendine göre estetiği ve tadı vardır. Âşık Çelebi, önceki yazarların eserlerini iyi özümsemiş, kendi bilgi ve yeteneğini bu birikimle ustaca harmanlayarak kendine has bir üslûp ortaya koymuştur. Çelebi, kültürlü ve sanatçı bir sülaleden geliyordu ve iyi bir eğitim görmüştü. Coşkulu, samimi, cana yakın bir tabiatı vardı. Tek dezavantajı kekeme olmasıydı. İşte o, akıcı bir şekilde konuşarak ifade edemediği duygularını ve düşüncelerini kalemi vasıtasıyla çevresine aktarmıştır. Bunu yaparken de Osmanlı Türkçesi yanında Arapça ve Farsçaya hâkim olmasının avantajını da iyi kullanmıştır. Tezkiresinde Türkçe atasözü ve deyimler yanında Arapça, Farsça kelâm-ı kibar, atasözü, deyim ve halk tabirlerini de başarılı bir şekilde anlatıma sokmuştur. Yazarın üslûbu asıl mukaddimede ve dostları olan şairleri anlatırken ortaya çıkar. Buralarda dil, su misali akar gider. Onun nesrinde hâkim olan unsur samimiyettir; içinden geldiği gibi yazar. Âşık Çelebi’nin dilinin en önemli özelliği gerek sanatlı ifadelerde gerekse sade söyleyişlerde hatta Türkçe kelimelerde seciyi başarıyla kullanmasıdır. Eser, Türk şairler tezkiresi geleneğinde başka örneği olmayan eşsiz bir çalışmadır. Daha önce bu sahada yazılmış olan tezkireler, tezkireler dışında kalan mecmua, risale ve çeşitli meslek erbabını inceleyen biyografi çalışmaları, şairlerle ilgili olarak nakledilen rivayetler, şairlerin kendi eserleri, şairlerin bizzat kendileri Meşâ’irü’ş-Şu’arâ’nın kaynaklarıdır. Tezkiresinde kendine ayrı bir bölüm ayırmayan Âşık Çelebi, eserin mukaddimesinde, özellikle de sebeb-i telifte, şair olan aile ve akrabalarının biyografilerinde, yakın arkadaşı ve hocası olan şair biyografilerinde kendi hayatından, sıkıntılarından, olaylar karşısındaki tutumundan da bahsetmiş, okuyucuya kendini sık sık hatırlatmıştır. Müsvedde olan çok eksik ve karmaşık durumda bulunan nüsha Topkapı Sarayı Ktp. Yeniler Nu. 60’ta kayıtlıdır.

Tezkirenin 13'ü yurt dışında olmak üzere 33 nüshası bilinmektedir. Müsveddeden sonra bilinen en eski nüsha 23 Rebiü’l-evvel 975/1567-68 tarihli Selimağa Ktp. Hüdâyî Efendi Nu. 1157’de kayıtlıdır. British Museum’da 6434 numaralı nüshanın Meredith Owens tarafından 1971’de tıpkıbasımı yapılmıştır. Fatih Millet Ktp. Nu.772’de bulunan nüsha ise içinde barındırdığı 87 minyatür açısından çok değerlidir. Bunların 11’i padişahlara, geri kalanı da tezkirede yer alan şair, yazar ve devrin önde gelen kişilerine aittir. Bu minyatürler, Meşâ’irü’ş-Şuarâ’nın söz konusu nüshasından alındığı belirtilmeden pek çok kitap kapağında ya da kitap içinde ve afişlerde kullanılmıştır. Meşâ’irü’ş-Şuarâ Filiz Kılıç tarafından doktora tezi olarak hazırlanmıştır. Çalışmada tezkirenin tenkitli metni, yazarın hayatı edebî kişiliği verilmiş, eser şekil, üslup ve muhteva açısından incelenmiştir. Meşâ’irü’ş-Şuarâ daha sonra bazı ilavelerle 2010 yılında basılmıştır.

Yazarın biyografisi için bk. “Âşık Çelebi, Seyyid Pir Mehemmed b. Ali”. Türk Edebiyatı İsimler Sözlüğü. http://teis.yesevi.edu.tr/madde-detay/asik-celebi-seyyid-pir-mehemmed 


Eserden Örnekler


GAZÂLÎ: Nâmı Mehemmed’dür. Burusalıdur. Mısrâ:

Rind ü evbâş u lâübâlidür

Egerçi sûretde cesîm ü zahîm ü gûl idi ammâ ma’nâda pür-letâfet ü zarâfet turdugıyla şûh u şengül ve ma’kûl u makbûl idi. Mahlası Gazâlî’dür nite kim bu beytle izhâr idüpdür.Beyt:

Gözi âhûlarun âşüfte hâli

Hevâ şûrîdesi miskîn Gazâlî

Lakabı Delü Birâder’dür. Bu lakaba sebeb budur ki kendü bu beyti didükde ki Beyt:

Mecnûn ki belâ deştini geşt itdi ser-â-ser

Gam-hâneme geldi didi hâlün ne birâder

Zurefâ bu beytden sonra Deli Birâder dimege başlarlar. Kendü tarîk-i ilmde iken ol asrun şeh-zâdelerinden Sultân Korkud bin Sultân Bâyezîd ki Rûm şeh-zâdelerinden ulûm u ma’ârife andan teveggul itmiş ve tekmîl-i fazl u irfâna ehliyle musâhabetle tevessül itmiş şeh-zâde yokdur, ol zemânda Magnisa’da şeh-zâde ve süfre-i bezl-i mevâ’id ihsânı müsâfir ü mücâvire nihâde ve dest-i kerem-pâşı vâridîn ü sâdırîn-i ehl-i fazl u kemâle küşâde imiş. Monlâ Gazâlî dahı varup şeh-zâde-i merkûmun mahbûb u makbûlı olan Piyâle Beg ki ol devrde sâkî-i devlet anun yâdına dost-kâmî içer ve kendü bezm-i ünsinde dirhem ü dînârı hâk ü hâşâke cur’a gibi saçardı, şarâb-ı ıyş-ı cevânîsi dürd-i derd ü gussadan sâf ve şîşe-i bahtı mey-i rûşenden şeffâf olup meclisinde cur’a gibi kanlar dökilse sorulmazdı ve her dil câm-ı mey gibi bâde-i lutfından reng alup ol encümende şikeste-diller sınık kadeh gibi sürilmezdi. Kıt’a-i li-muharririhi:

Devri dönmişdi meclis-i adlün

Sâgar-ı mey gibi sürilmezdi

İtse bir demde gamzeler bin kan

Leb-i dil-ber gibi sorulmazdı

Merhûm giderek şeh-zâdenün kendü meclis-i hâssına dâhil olur; şeh-zâde dahı monlânun zerâfetin ve letâfetin görüp bi’t-tab’ mushabetine mâ’il olur. Mısr’a gitdüginde bile gider. Bir gün bezm-i bâdede bir bâdiresine incinüp kapucıbaşısına var boynın ur diyü emr ider. Kapucıbaşı hemân kasd ider ki kaydın göre, boynın ura. Deli ölüm havfıyla upuslı olup cân başına sıçrar, Birâder’e ana baba güni olur. Kapucıbaşına sen beni şimdi şeh-zâdenün mestâne söziyle öldürürsin. Aklı başına gelicek nedâmet mukarrerdür. Beni öldürdügünçün seni öldürür belki derine ey bî-ser ü sâmân samân toldurur dir. Kapucıbaşı görür ki deliden uslı haber; Birâder’ün virdügi ögüdi ne anası ne babası ider, bir yirde nihân idüp şeh-zâde önine geldükde, emr yirine yitdi Birâder’ün işi bitdi dir. İrtesi şeh-zâde hâbdan ser-girân u sekrân bî-dâr olur, kasd-ı sabûhî ile def’-i humâr olur Birâder’e gel din, def’-i humâr idelüm ve nûş-ı câm-ı hoş-güvâr idelüm dir. Kapucıbaşı sultânum sag olsun Birâder’i ahşam emrinüz üzre telef itdük, işini ber-taraf itdük dir. Şeh-zâde âteş-i gazabdan bir çakım kav gibi âteş pâre olur, söylerken od saçılup agzından çıkan her harf bir şerâre olur, gâh kılıca gâh hancere el urur, kapucıbaşıya siyâset buyurur. Kapucıbaşı şeh-zâde elinde tîg ü hancer görür, gâh kılıç gibi kabkara gâh hancer gibi sapsarı olur, beg sag olsun Birâder sagdur, egerçi anı zinde komak hilâf-ı emr ü yasagdur dir. Birâder’i mahbesden meclise çıkarı getürür egerçi zâhiran küfri ez-ber okır, gönlinden Birader’ün re’yine âferînler okır.

Andan yine Rûm’a geldükde Birâder’i yine bile alup gelür, mülâzemetinde ve hıdmetinde bile olur. Ol esnâda Elfiyye vü Şelfiyye’den ve sâ’ir resâ’il-i bâhiyyeden mürekkeb zenpâreler ve gulâmpâreler münâzarasında Dâfi’ü’l-gumûm ve Râfi’ü’l-hümûm adlı bir kitâb te’lîf ider ve eyyâm-ı mülâzemet ü sohbetde ve hengâm-ı münâdemet ü işretde mutâyebeler peydâ ider. Cümleden biri bir bayram cemî’-i nüdemâ vü şu’arâya kaftanlar giydürdükde Birâder Efendi’ye bir eski sûf fistân giydirürler Birâder dahı bedîheten bu beyti dir. Beyt:

İle garrâ firengîler bize bir eski sûf fistân

Revâ mıdur gel insâf eyle andan hey filân fistân

Sâhib-kırân-ı Rûm Sultân Selîm-i merhûm serîr-i saltanata cülûs ve pây-ı taht-ı pâdişahî izz-i huzûrlarında zemîn-bûs itdüginde ki Sultân Korkud kasdına ılgarla Magnisa’ya varmışlardur ki tafsîli tevârîhde mestûrdur, Sultân Korkud bir bâgda emn ü ferâgda bulınup nâ-gâh haber alup Birâder yanlarında bulınmayup şeh-zâde tenhâ güneş gibi başın alup tagdan taga düşdüklerinde güneşe sâye lâzım oldugı gibi Piyâle Beg ile Çavuş Hasan nâm kulları dahı der-peylerince revân u devân olmışdur. Merhûm zafer bulduklarında Sultân Selîm’e tazarru idüp tek bana Birâder’le Piyâle hem-sohbet olsun kâ’ilem yirüm taht-ı câhdan bedel taht-ı çâh yâ bir kûşe-i hân-kâh olsun dimişdür. Merhûmun vâkı’a-i fâkı’asından sonra Birâder tarîk-i ilm-i mansıbından ferâgat idüp Geyikli Baba zâviyesi meşîhatın ihtiyâr ider varup ol kûşede tûşe-i lâ-yemûtla karâr ider ve münâsib-i hâl bu beyti iş’âr ider. Beyt: Hayâl-i çeşm-i âhûlarla her bâr/ Geyikli Babaya döndük be hey yâr (Kılıç 2010: 1635-1638)


Kaynakça


Aynur, Hatice ve Aslı Niyazioğlu (hzl.) (2011). Âşık Çelebi ve Şairler Üzerine Yazılar. İstanbul: Koç Üniversitesi Yay.

Gökyay, Orhan Şaik (1976). “Âşık Çelebi Tezkiresi”. İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Dergisi (30): 39-48.

Kılıç, Filiz (hzl.) (2010). Âşık Çelebi, Meşâ’irü’ş-Şuarâ (İnceleme-Metin). İstanbul: İstanbul Araştırmaları Enstitüsü Yay.

Kılıç, Filiz (hzl.). Meşâ’irü’ş-Şuarâ. https://ekitap.ktb.gov.tr/Eklenti/59036,asik-celebi-mesairus-suarapdf.pdf?0 [Erişim tarihi: 22. 07.2021].

Owens, Meredith (1971). Meşâ’irü’ş-Şuarâ or Tezkire of Âşık Çelebi. London.

Atıf Bilgileri


Kılıç, Filiz. "MEŞÂ'İRÜ'Ş-ŞUARÂ (ÂŞIK ÇELEBİ)". Türk Edebiyatı Eserler Sözlüğü, http://tees.yesevi.edu.tr/madde-detay/mesa-iru-s-suara-asik-celebi. [Erişim Tarihi: 24 Kasım 2024].


Benzer Eserler

# Madde Yazar Madde Yazarı İşlem
1 DÎVÂN (ÂŞIK ÇELEBİ) Âşık Çelebi, Seyyid Pir Mehemmed b. Ali Filiz Kılıç
Görüntüle
2 TERCÜME-İ RAVZATÜ'Ş-ŞÜHEDÂ (ÂŞIK ÇELEBİ) Âşık Çelebi, Seyyid Pir Mehemmed b. Ali Dr. Öğr. Üyesi Songül Karaca
Görüntüle
3 TERCÜME-İ ŞAKÂYIKU'N-NU'MÂNİYYE (ÂŞIK ÇELEBİ) Âşık Çelebi, Seyyid Pir Mehemmed b. Ali Doç. Dr. suat donuk
Görüntüle
4 TERCÜME-İ TIBRÜ’L-MESBÛK FÎ NASÂYİHİ’L-VÜZERÂ VE’L-MÜLÛK (ÂŞIK ÇELEBİ) Âşık Çelebi, Seyyid Pir Mehemmed b. Ali Filiz Kılıç
Görüntüle
5 TERCÜME-İ ŞERH-İ HADÎS-İ ERBÂ'ÎN (ÂŞIK ÇELEBİ) Âşık Çelebi, Seyyid Pir Mehemmed b. Ali Prof. Dr. Adem Ceyhan
Görüntüle
6 KIRK HADİS (ÂŞIK ÇELEBİ) Âşık Çelebi, Seyyid Pir Mehemmed b. Ali Prof. Dr. Adem Ceyhan
Görüntüle
7 TERCÜME-İ RAVZATÜ'L-AHYÂRÜ'L-MÜNTEHAB MİN REBÎ'İ'L-EBRÂR (ÂŞIK ÇELEBİ) Âşık Çelebi, Seyyid Pir Mehemmed b. Ali Dr. Ahmet UĞUR
Görüntüle
8 TERCÜME-İ MİRACÜ’L-EYÂLE VÜ MİNHACÜ’L-ADÂLE (ÂŞIK ÇELEBİ) Âşık Çelebi, Seyyid Pir Mehemmed b. Ali Filiz Kılıç
Görüntüle
9 SİGETVAR-NÂME (ÂŞIK ÇELEBİ) Âşık Çelebi, Seyyid Pir Mehemmed b. Ali Araş. Gör. Songül Akboğa
Görüntüle
10 MECMÛ'A-İ SÜKÛK (ÂŞIK ÇELEBİ) Âşık Çelebi, Seyyid Pir Mehemmed b. Ali Dr. Bilal Güzel
Görüntüle
11 ZEYL-İ ŞAKÂYIK (ÂŞIK ÇELEBİ) Âşık Çelebi, Seyyid Pir Mehemmed b. Ali Doç. Dr. suat donuk
Görüntüle
12 ŞEHR-ENGÎZ-İ BURSA (ÂŞIK ÇELEBİ) Âşık Çelebi, Seyyid Pir Mehemmed b. Ali Araş. Gör. Zahide Efe
Görüntüle
13 DÎVÂN (CA’FER) Ca’fer, Tâcî-zâde Ca’fer Çelebi Dr. Fatma Meliha Şen
Görüntüle
14 MÜNŞE’ÂT (CA’FER) Ca’fer, Tâcî-zâde Ca’fer Çelebi Dr. Fatma Meliha Şen
Görüntüle
15 TERCEME-İ CÂMEŞÛY-NÂME (FİRDEVSÎ) Firdevsî, Şerefeddîn Mûsâ, Uzun Firdevsî, Firdevsî-i Rûmî, Firdevsî-i Tavîl, Türk Firdevsî Dr. Öğr. Üyesi Ozan Kolbaş
Görüntüle
16 KİTÂB-I TÂLİ'-İ MEVLÛD / TÂLİ’-İ MEVLÛD-İ KEBÎR (FİRDEVSÎ) Firdevsî, Şerefeddîn Mûsâ, Uzun Firdevsî, Firdevsî-i Rûmî, Firdevsî-i Tavîl, Türk Firdevsî Doç. Dr. Himmet BÜKE
Görüntüle
17 HEŞT BİHİŞT / KİTÂBÜ’S-SIFÂTİ’S-SEMÂNİYYE FÎ ZİKRİ’L-KAYÂSIRETİ’L-OSMÂNİYYE (İDRÎS) İdrîs, İdrîs-i Bitlîsî Doç. Dr. ADNAN OKTAY
Görüntüle
18 ŞERH-İ MESNEVÎ-İ MA’NEVÎ (İDRÎS) İdrîs, İdrîs-i Bitlisî Doç. Dr. ADNAN OKTAY
Görüntüle
19 ŞEHRENGÎZ DER-MEDH-İ CÜVÂNÂN-I EDİRNE / ŞEHRENGÎZ-İ EDİRNE (MESÎHÎ) Mesîhî, Îsâ Prof. Dr. Yunus KAPLAN
Görüntüle
20 DÎVÂN (ŞÂMÎ) Şâmî, Şâmlıoğlu Mustafâ Bey Prof. Dr. Yunus KAPLAN
Görüntüle
21 HEFT PEYKER (ABDÎ) Abdî Dr. Öğr. Üyesi ASLI AYTAÇ
Görüntüle
22 CEMŞÎD Ü HURŞÎD (ABDÎ) Abdî Prof. Dr. Adnan Ince
Görüntüle