HUSREV Ü ŞÎRÎN (ŞEYHÎ)
âşıkâne mesnevi
Şeyhî, Yûsuf Sinâneddîn (d. ? - ö. 834/1431 ?)

ISBN: 978-9944-237-87-1


Şeyhî tarafından kaleme alınan Husrev ve Şîrîn arasındaki aşkı konu alan mesnevi. 1421-1429 tarihleri arasında yazıldığı tahmin edilen Husrev ü Şîrîn, "mefâ’ilün mefâ’ilün fe’ûlün" kalıbıyla kaleme alınmış ve sultan II. Murâd (ö. 1451)’a sunulmuştur. Şeyhî’nin eserini tamamlayamadan öldüğü ve yeğeni Cemâlî tarafından tamamlandığı biyografik kaynaklarda ifade edilir. Şeyhî’nin yazdığı kısım 6944 beyit olup Cemâlî esere 109 beyit eklemiştir. Eserin toplam beyit sayısı 7053’tür.

Husrev ü Şîrîn’in ana kahramanlarından Husrev, bir anlatı kahramanı olmasının yanında tarihî gerçekliği olan bir Sâsânî hükümdarıdır. Mesnevide Husrev, tarihî kişiliği ile örtüşen bir şekilde ele alınmıştır. Bir Ermeni prensesi olarak takdim edilen Şîrîn’in tarihi kişiliği hakkında İran asilzâdelerinden birinin cariyesi ya da Husrev’in haremindeki gözdelerden biri olduğu şeklinde farklı rivayetler bulunmaktadır.

Sözlü gelenekte uzun süre yaşayan Husrev ü Şîrîn hikâyesi, yazılı edebiyat kaynakları arasında ilk defa Firdevsî (ö. 1020 ?)’nin Şeh-nâme’sinde Sâsânî hükümdarı Husrev’in hayat hikâyesinin içinde yer alır. Hikâye, müstakil bir mesnevi formuna ise Nizâmî (ö. 1214?)’nin aynı adlı eseri ile kavuşmuştur. Sâmânî padişahlarının vezirlerinden Bel’amî (ö. 997?), Taberî Tarihi’ni tercüme ederken sözlü gelenekteki anlatıları da dikkate alarak hikâyeyi genişletmiştir. Nizâmî de tıpkı Firdevsî gibi Bel’amî’nin tercüme ettiği bu Taberî Tarihi’ndeki rivayetlerden önemli ölçüde yararlanmıştır.

Nizâmî’den sonra gerek Fars gerek Türk edebiyatında kaleme alınan aynı konulu mesneviler Nizâmî’yi model almıştır. Şeyhî’nin Husrev ü Şîrîn’inde de önemli ölçüde Nizâmî etkisi görülmektedir. Nizâmî’nin Hamse’sini oluşturan diğer mesnevilerde olduğu gibi mesnevi içerisinde faklı nazım şekillerini kullanma Husrev ü Şîrîn’inde de görülmez. Mesnevi baştan sona aynı form ve vezinde (mefâ’ilün mefâ’ilün fe’ûlün) devam eder. Şeyhî eserin kurgusunda -eksik kalan son kısımdaki Şîrûye olayı hariç- Nizâmî’ye bağlı kalmış ve büyük oranda Nizâmî’nin eserini tercüme etmiş olmakla birlikte mesnevi içerisinde kullandığı farklı nazım şekilleri ve kurgusal kısmın başlangıç bölümündeki tasarrufları ile model metinden ayrılır. Behrâm-ı Çûbîn’in olaya müdahil olduğu kısımlar ile Büzürg-ümîd’in hayatı ve kâinatı sorguladığı hikemiyat kabilinden bölümler Nizâmî’de yüzeyselken Şeyhî’de oldukça detaylı bir şekilde ele alınmıştır (Gibb 1999: 203). Mesnevi içinde farklı nazım şekli olarak Husrev, Şîrîn ve Ferhâd dilinden söylenmiş 26 gazel, Şîrîn ağzından kaside formunda bir münacaat ve Ferhâd’ın söylediği bir terci-bende yer verilmiştir.

Münacatla başlayan mesnevide dua, tevhid ve naatın ardından "Sebeb-i Nazm-ı Kitâb" başlığıyla sebeb-i telif bölümü yer alır. Bu bölümde Şeyhî, eseri yazma sebebinin yanı sıra gazel ve mesnevi arasında bir karşılaştırma yaparak şiirin mihenginin mesnevi olduğunu ifade eder; gazeli ev yapmaya mesneviyi ise şehir kurmaya benzeterek mesneviyi gazele üstün tutan bir poetik görüş ortaya koyar. Eser, Cemâlî tarafından tamamlandığı için hâtime, Sultan Murad övgüsü ve Şeyhî’nin ölümüne dair 109 beyitlik son kısım Şeyhî’ye ait değildir.

On bir bölüm ve yüz beş fasıl şeklinde düzenlenen Husrev ü Şîrîn’in konusu şu şekilde özetlenebilir: Nuşirevân’ın oğlu Hürmüz, yaşadığı çocuksuzluk probleminin ardından doğan oğluna Husrev-i Pervîz adını koyar. Hocası Büzürg-ümîd’den eğitim alan Husrev, bir gece rüyasında dedesi Nuşirevân’ı görür. Dedesi kendisine Şebdîz isimli bir at, Bârbed isminde bir mutrip ve Şîrîn isminde bir sevgili verileceğini müjdeler.

Husrev bir gün yanında dostları ve Şâvûr isimli aynı zamanda çok güzel resimler yapan nedimi ile birlikte işret meclisinde iken Şâvûr, Ermen melikesi ve onun yeğeni Şîrîn’in güzelliğinden bahseder. Husrev, Şâvûr’un anlattıkları karşısında Şîrîn’e kulaktan âşık olur. Şâvûr’u, Şîrîn’i bulmak amacıyla Ermen ülkesine gönderir. Şâvûr, Şîrîn’in yüksek bir dağın tepesindeki mabette olduğunu duyar ve oraya gider. Tapınakta Husrev’in resmini yapar ve bir ağaç dalına asar. Bir süre sonra Şîrîn nedimeleriyle beraber oraya gelir, bir eğlence meclisi tertip ederler. Eğlence devam ederken Şîrîn, Husrev’in ağaç dalına asılmış resmini görür. Şîrîn resmi eline alınca sürekli ona bakmaktan kendini alamaz ve Husrev’e resimden âşık olur. Şâvûr’dan resimdekinin Husrev olduğunu, Husrev’in de kendisine âşık olduğunu öğrenir. Şâvûr’un yönlendirmesiyle av bahanesiyle Şebdîz’e binerek Medayin’e Husrev’in yanına doğru tek başına yola çıkar. Bir pınar başında dinlenmek için durur ve bu suda yıkanır. Husrev de bu sırada Behrâm-ı Çûbîn sebebiyle babasıyla arası açılmış olduğu için Ermen’e doğru yola çıkmıştır. Yolda dinlenmek amacıyla durdukları bir yerde Şebdîz’i ve suda yıkanırken Şîrîn’i görür. Şîrîn olduğunu bilmeden bu güzellik karşısında şaşkına dönmüştür. Şîrîn, Şebdîz’e binerek süratle Medayin’e doğru yola alırken Husrev de Ermen’e doğru gider. Şîrîn, Medayin’e geldiğinde Husrev’i bulamaz. Kendisine buranın havasının iyi gelmediğini yüksek bir dağda bir köşk yapılmasını ister. Şîrîn’i kıskanan Husrev’in cariyeleri mimara, dağ başında havası kötü bir yerde ve Şîrîn’in ölümüne sebep olmasını istedikleri bir köşk yaptırırlar. Şîrîn, o köşkte nedimeleriyle birlikte vakit geçirirken Husrev de Ermen’e ulaşır, Şâvûr’u bulur. Birbirlerine başlarından geçeni anlattıklarında pınar başında gördüğü kızın Şîrîn olduğunu anlar. Bunun üzerine Husrev, Şîrîn’i getirmesi için Şâvûr’u Medayin’e gönderir. Şâvûr, Şîrîn’i bulur ve ona Husrev’in macerasını anlatır. Şîrîn, Gülgûn isimli atına binerek Ermen’e doğru yola çıkar.

Husrev Ermen’deyken bir ulak babasının Behrâm-ı Çûbîn tarafından tahttan indirildiğini, kendisinin ülkesine dönerek tahta geçmesi gerektiğini söyler. Husrev bunun üzerine memleketine gitmek üzere yola çıkar. Behram’ın yeniden asker toplayıp savaş ilanı karşısında askerlerinin Behram’la savaşmada isteksizliği ve aynı zamanda müneccim olan hocası Büzürg-ümîd’in savaşmayıp bir süreliğine memleketten ayrılmasının onun için daha iyi olacağını söylemesi üzerine tekrar Ermen’e, Şîrîn’in yanına döner. Bir süre av ve işretle, Şîrîn’le vakit geçiren Husrev, Şîrîn’le birlikte olmak ister. Halası Mehin Banu’ya verdiği sözü hatırlayan Şîrîn buna razı olmaz. Husrev içkinin de etkisiyle Şîrîn’le rızası dışında yakınlaşmaya çalışır. Şîrîn, Husrev’in bu hadsizliği karşısında onun gururunu incitecek şeyler söyleyerek bir kadına karşı güç gösterisinden önce tahtını kurtarması gerektiğini ifade ederek bu teklifi reddeder. Şîrîn’in sözlerinden utanan Husrev, yardım istemek için Rum Kayseri’nin yanına gider. Kızı Meryem’i Husrev’le evlendiren Kayser, tahtını kurtarması için Husrev’in emrine ordu verir. Husrev, Behrâm-ı Çûbîn’i yenerek tahtını geri alır ancak aklında hâlâ Şîrîn vardır. Şîrîn, halasının ölümünün ardından Ermen hükümdarı olmuştur. Ancak Husrev’e olan aşkı baskın geldiği için tahtı bırakarak Medayin’de yaşamaya başlar. Husrev, Şâvûr’la Şîrîn’e görüşme isteğini iletir.

Şîrîn, Şâvûr’a taze süt içmeye alışkın olduğu fakat Medayin’de bulmakta güçlük çektiğini söyleyerek bu sorunun çözümü için kendisine yardımcı olmasını ister. Şâvûr da Çin’de birlikte aynı hocadan ders okuduğu Ferhâd isimli usta bir mimar getirir. Ferhâd, Şîrîn’in köşkünün önüne taze süt akıtacak bir kanal yapar. Ancak Ferhâd, bu sırada Şîrîn’e âşık olmuştur. Durumdan haberdar olan Husrev, önce Ferhâd’ı Şîrîn’den uzaklaştırmak için ikna yolunu dener. Sonuç alamayınca Bîsütûn dağını delip ordunun geçebileceği bir yol açarsa Şîrîn’e kavuşabileceğini aksi halde bunun imkânsız olduğunu söyler. Ferhâd, dağı delmeyi tamamlamak üzereyken, Husrev ihtiyar bir kadın aracılığıyla Ferhâd’a Şîrîn’in öldüğü yolunda bir haber ulaştırır. Ferhâd duyduğu haberin acısıyla orada ölür. Bu sırada Husrev’in karısı Meryem de ölmüştür.

Husrev, Şîrîn’e mektup yazarak yeniden görüşmek istediğini söyler. Şîrîn hem Meryem’le evlendiği hem de Ferhâd’ın ölümüne sebep olduğu için Husrev’e öfkelidir. Bu öfkenin etkisiyle Husrev’e mesafeli durması üzerine Husrev, Şeker adlı bir cariyeyle avunur. Bir süre sonra Şîrîn, Husrev’in teklifini kabul eder ve evlenirler. Mutlu bir şekilde yaşadıkları yıllardan sonra bir gün Husrev, sakalına düşen ak üzerine hayatı sorgulamaya başlar. Bu kısımda anlatıda Büzürg-ümîd’in ağzından hikmetli sözler içeren bir bölüm yer alır ve Şeyhî’nin mesnevisi burada sona erer.

Şeyhî’nin ölümü sebebiyle tamamlayamadığı hikâyeye Rûmî adlı bir şair tarafından yazılan zeylin kurgusu ise şu şekildedir: Husrev’in Meryem’den doğan oğlu Şîrûye de Şîrîn’e âşıktır. Bu sebeple babası Husrev’i öldürterek Şîrîn’le evlenmek ister. Şîrîn bu teklifi kabul etmiş gibi görünür ancak Husrev’in mezarının başında hançeriyle intihar eder.

Türk edebiyatında kaleme alınan Husrev ü Şîrîn konulu mesneviler içerisinde Şeyhî’nin eserinin diğerlerine üstünlüğü biyografik kaynaklar tarafından kabul edilir. Latîfî, eserde “Oğuzâne ve kûhiyâne” tabirler ile güncel edebî dilde kullanılmayan arkaik kelimeler barındırmakla ve fesahat açısından eksiklikleri olmakla birlikte Şeyhî’nin yaşadığı dönem dikkate alındığında bu durumun mazur görülebileceğini ve Şeyhî’nin Husrev ü Şîrîn’inin mesnevi yazanlara öncülük eden değerli bir eser olduğunu ifade eder (Canım 2018 : 311). Şeyhî’den önce yazılan mesnevilerde edebî dilin tam olarak oluşmadığı günlük konuşma dilinin metinlere hâkim olduğu kanaati Gelibolulu Âlî tarafından da dile getirilir (İsen 2017: 36). Şeyhî’nin Husrev ü Şîrîn’i ile birlikte edebî dilin oluşması yönünde önemli adımlar atıldığı görülür (Gibb 1999: 203).

Husrev ü Şîrîn, devrinde çok fazla bilinen ve rağbet gören bir mesnevidir. Öyle ki Âşık Çelebi, tezkiresinde bu sebeple mesneviden örnek beyit almaya gerek duymadığını belirtir (Kılıç 2010: 1455). Yazıldığı dönemden sonra uzun bir süre kitap falı (tefeül) için kullanılan kitaplardan biri olması hatta Yavuz Sultan Selim’in babasıyla mücadelesinde (Aksoyak 2004: 19), Şah İsmail üzerine sefere giderken ve Kanûnî Sultan Süleyman’ın Macaristan seferi öncesi İskender Çelebi’nin Şeyhî’nin Husrev ü Şîrîn’inden tefeül etmesi de (Kılıç 2010: 1456) de bu popülerliğine delil olarak zikredilebilir.

Fars ve Türk edebiyatlarında çok işlenmiş bir konu olan Husrev ü Şîrîn’in, halk hikâyesi ve Karagöz hikâyesi (Fasl-ı Ferhâd Kitabı) versiyonları da bulunmaktadır. Halk hikâyesi ve Karagöz anlatısı versiyonlarında klasik kültürdeki hikâye önemli değişikliklere uğramış ve adeta Ferhâd ve Şîrîn’in aşk anlatısına dönüşmüştür. Tanzimat döneminde M.R. rumuzlu bir yazar tarafından kaleme alınan oyun metni şeklinde on dört fasıldan oluşan Husrev u Şîrîn kitabına rastlanır. Nazım Hikmet’in Ferhad ile Şîrîn Piyesi ve Üzeyir Hacıbeyli ve Ali Şeyhülislamî’nin kaleme aldığı iki farklı Ferhâd ile Şîrîn Operası ile Zebih Bihruz’un İngilizce kaleme aldığı film senaryosu konunun modern sanatlara dönüşümünü örnekleyen eserlerdendir.

Husrev ü Şîrîn üzerine ilk akademik çalışma Ahmed Hamdi (Tanpınar)’nin mezuniyet tezidir. Söz konusu tez, harf devriminden önce (1923) hazırlandığı için bir tenkitli metin çalışması olmamakla birlikte, eserin geniş özeti ile eser hakkında inceleme içerir. Zajaczkowski Husrev ü Şîrîn’in tıpkıbasımını (1963), Faruk Kadri Timurtaş tenkitli menini (1980), Ozan Yılmaz eserin tenkitli metin ve diliçi çevirisini (2020), Mehmet Kanar ise sadeleştirilerek kısaltılmış çevirisini yayımlamışlardır (2011). Ayrıca eser üzerine Funda Şan tarafından inceleme-metin-diliçi çeviri ve sözlük bölümlerinden oluşan bir doktora tezi hazırlanmıştır (2017).

Şairin biyografisi için bk. “Şeyhî, Yûsuf Sinâneddîn”. Türk Edebiyatı İsimler Sözlüğü. http://teis.yesevi.edu.tr/madde-detay/seyhi-yusuf-sinaneddin 

Eserden Örnekler


Husrev ü Şîrîn’den

Gürihten-i Husrev Ez-Havf-i Hürmüz ve Resîden-i Û Be-Şîrîn Der-Çeşme-Sâr


Meger kondugı yir Pervîz Şâhun

Yakıncak menzili idi bu mâhun


Şu hâletde ki Şîrîn-i şeker-bâr

Yunurdı burc-ı âbîde kamervâr


Gezerek irüşür ol sebzezâre

Teferrüc iderek kılur nezâre


Görür cennet-sıfat bir tâze gülşen

Akar su âb-ı kevser bigi rûşen


Ağaç içinde bir şeb-reng bağlu

Gamından hink-ı çerhün bağrı dağlu


Bir at kim Husrev-i hurşîd-sîmâ

Bu resme binmedi bir bâd-peymâ


Gelürek arkun arkun gördi nâgâh

Su içinde tecelli kıldı bir mâh


Nice meh k’âftâb-ı âlem-efrûz

İrişse sâyesine ola bî-sûz


Su içinden cihâna berk urur nûr

Su anı ol cihânı nûr ile yur


Güle saçmış benefşe dâne dâne

Urur sünbüllere dendân-ı şâne


Teni gencîne kılmış su içini

Bu gence târmâr itmiş saçını


Girü kılmış eli ol mârı der-pîç

Ki ya’ni sihrdür üşenmenüz hîç


Binâguşın görüp itdügine cûş

Suyı zülfinden itmiş halka-der-gûş


Çü âşüftedür ü şûrîde-tedbîr

Degül halka ki kılmış bend ü zencîr


Saçıldukça teni billûrına âb

San ider perde dürden nûr-ı mehtâb


Göründükde şehe ol mâh-ı dil-keş

Güneş olmışdı şeh ya’nî pür-âteş


Dökilür gözleri yaşı matarvâr

Ki ya’nî burc-i âbîde kamervâr


Ne turıbildi vü ne konabildi

Ne ilerü ne girü dönebildi


Mecâli kalmadı ne av ne seyrân

Isırdı barmağını kaldı hayrân


Semen-ber ol nazardan gâfil idi

Ki sünbül nerisine hâ’il idi


Çü gitdi gün yüzinden ebr-i müşgîn

Gözin açdı vü gördi Şâhı Şîrîn


Hümâ göri biner perr-i ukâba

Direk olmış durur serv âfitâba


Bu şerm ü havf ile ol çeşme-i âb

Şu resme ditredi kim suda meh-tâb


Ol ay bulmadı bundan gayrı çâre

Ki gîsûlardan idindi sitâre


Büridi saçlarını ol nazarda

Giceyi gündüze eyledi perde


Münîr eyler Meh ü Şi’râyı deycûr

Nice olsun güneş şa’r ile mestûr


Müzâb itmiş gönül şâh-ı güher-tâb

Ana karşu nitekim sîme sîmâb


Velî gördi ki ol âhû-şikârî

Kocınur sanki murg-ı şâhsârî


Zebûn-gîr olmadı ol şâh-ı nahcîr

Ki olmaz merd-i şîr-efgen zebûn-gîr


Mürüvvet görmedi şart-ı edebden

Yüzin ayruğa döndi ol talebden


Gönül ol çeşmede göz özge yirde

Anunla cân yüzi yüz özge yirde


Perîvâr ol sudan çıkdı dil-âvîz

Gönildi sıçradı Şebdîz’ine tîz


Didi kendüzine kim bu cüvân-merd

Ki devr itdi beni çün çerh-i cân-gerd


Acebdür ol benüm yârüm degülse

Nedür dil derdi dil-dârum degülse (Timurtaş 1980: 65-66)

Kaynakça


Aksoyak, İsmail Hakkı(2004). Kefeli Hüseyin-Râz-nâme. The Department of Near Esaten Languages and Civilizations. Harvard University. 

Canım, Rıdvan (2018). Latîfî- Tezkiretü’ş-Şu’arâ ve Tabsıratü’n-Nuzamâ. KTB e-kitap. https://ekitap.ktb.gov.tr/TR-216998/latifi-tezkiretus-suara-ve-tabsiratun-nuzama.html  [Erişim tarihi: 10.10.2022]

Çelebioğlu, Âmil (1999). Türk Edebiyatında Mesnevi (XV.yy.a Kadar). İstanbul: Kitabevi Yay.

Ebu Cafer Muhammed bin Cerirü’t-Taberî. Tarih-i Taberi. C. 3. (çev. F. Gürtunca). İstanbul: Sağlam Yay.

Erkan, Mustafa (1999). “Hüsrev ü Şîrin”. İslâm Ansiklopedisi. C. 19. İstanbul: TDV Yay.

Gibb, E.J. Wilkinson (1999). Osmanlı Şiir Tarihi. (çev. A. Çavuşoğlu). Ankara: Akçağ Yay.

İsen, Mustafa (2017). Gelibolulu Mustafa Âlî-Künhü’l-Ahbâr’ın Tezkire Kısmı. KTB e-kitap. https://ekitap.ktb.gov.tr/TR-194288/kunhul-ahbarin-tezkire-kismi.html [Erişim tarihi: 10.10.2022]

Kılıç, Filiz (2010). Âşık Çelebi-Meşâ’irü’ş-Şu’arâ. C. 3. İstanbul: İstanbul Araştırmaları Enstitüsü Yay.

Özkan, Mustafa (2000). “Şeyhî’nin Husrev ü Şirin’i ve Rûmî’nin Şirin ü Perviz’i”. İlmi Araştırmalar Dergisi, (9): 179-192.

Ritter, Helmut (2011). Doğu Mitolojisinin Edebiyata Etkisi. İstanbul: Ayrıntı Yay.

Şan, Funda (2017). Şeyhî’nin Husrev ü Şîrîn’i (İnceleme-Metin-Çeviri-Dizin/Sözlük). Doktora Tezi. İstanbul: Yıldız Teknik Üniversitesi.

Tanpınar, Ahmet Hamdi (2017). Husrev ü Şirin. (hzl. M. Koç ve Ş. Özdemir). İstanbul: Dergâh Yay.

Tekin, Gönül Alpay (2012). Alî-Şîr Nevâyî Ferhâd u Şîrîn -İnceleme-Metin-. Ankara: TDK Yay.

Timurtaş, Faruk Kadri (1980). Şeyhî ve Husrev ü Şîrîn’i. İstanbul: İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Yay.

Turan, Lokman (2017). Mesneviyi Gazelle Okumak. İstanbul: Kesit Yay.

Yılmaz, Ozan (2020). Şeyhî-Hüsrev ü Şîrîn. İstanbul: Akademik Kitaplar.

Zajackowski, Ananiasz (1963). Poemat iranski Husrev-u Şîrîn w wersji osmansko-tureckiej Şeyhî (faks.). Warszawa: Panstwowe Wydawnictwo Naukowe.

Atıf Bilgileri


YILDIZ, Ayşe. "HUSREV Ü ŞÎRÎN (ŞEYHÎ)". Türk Edebiyatı Eserler Sözlüğü, http://tees.yesevi.edu.tr/madde-detay/husrev-u-sirin-seyhi. [Erişim Tarihi: 29 Ocak 2025].


Benzer Eserler

# Madde Yazar Madde Yazarı İşlem
1 DÎVÂN (ŞEYHÎ) Şeyhî, Yûsuf Sinâneddîn Prof. Dr. Müjgân Çakır
Görüntüle
2 HAR-NÂME (ŞEYHÎ) Şeyhî, Yûsuf Sinâneddîn Dr. Öğr. Üyesi Ozan Kolbaş
Görüntüle
3 CÂMASB-NÂME (ABDÎ) Abdî, Mûsâ Prof. Dr. Müjgân Çakır
Görüntüle
4 TERCÜME-İ KASÎDE-İ BÜRDE (ABDURRAHÎM) Abdurrahîm, Abdurrahîm Karahisârî, Şeyh Abdurrahîm Karahisârî, Abdurrahîmu’l-Karahisârî, Abdurrahîm Sultân, Abdurrahîm Mısırlı-zâde, Mısırlı-zâde, Mısrîoğlu, Mısrî Sultân Doç. Dr. Bünyamin Ayçiçeği
Görüntüle
5 RİSÂLE Fİ’L-MEBDE’İ VE’L-MA’ÂD (ABDURRAHÎM) Abdurrahîm, Abdurrahîm Karahisârî, Şeyh Abdurrahîm Karahisârî, Abdurrahîmu’l-Karahisârî, Abdurrahîm Sultân, Abdurrahîm Mısırlı-zâde, Mısırlı-zâde, Mısrîoğlu, Mısrî Sultân Öğretmen Ece Ceylan
Görüntüle
6 NEKÂVETÜ’L-EDVÂR (HÂCE ABDÜLAZÎZ) Abdülazîz, Abdülkâdir-zâde, Hâce Abdülazîz, Usta Abdülazîz Doç. Dr. Recep Uslu
Görüntüle
7 DÎVÂN (ADLÎ) Adlî, Sultân Bâyezîd-i Velî bin Fâtih Sultân Mehmed Prof. Dr. YAVUZ BAYRAM
Görüntüle
8 DÎVÂN-I TÜRKÎ (ADNÎ) Adnî, Mahmûd Paşa Dr. Öğr. Üyesi Hulusi Eren
Görüntüle
9 DÎVÂN-I FÂRİSÎ (ADNÎ) Adnî, Mahmûd Paşa Dr. Öğr. Üyesi Hulusi Eren
Görüntüle
10 DÎVÂN (ÂFİTÂBÎ) Âfitâbî Prof. Dr. Yunus KAPLAN
Görüntüle
11 DÎVÂN (ÂHÎ) Âhî, Benli Hasan, Dilsiz Dânişmend Doç. Dr. Osman Kufacı
Görüntüle
12 HÜSREV Ü ŞÎRÎN (ÂHÎ) Âhî, Benli Hasan, Dilsiz Dânişmend Prof. Dr. Mehmet Fatih Köksal
Görüntüle