HÜSN Ü AŞK (ŞEYH GÂLİB)
temsilî/alegorik aşk hikâyesi
Şeyh Gâlib, Muhammed Es’ad (d. 1171/1757 - ö. 1213/1799)

ISBN: 978-9944-237-87-1


Asıl adı Muhammed Es’ad olan Şeyh Gâlib'in (d. 1171/1757 - ö. 1213/1799) temsilî/alegorik aşk hikâyesi tarzında yazdığı eseri. Şeyh Gâlib, Hüsn ü Aşk’ı henüz yirmi altı yaşındayken 1197/1782-1783’te altı aylık bir sürede yazmış ve eserin son beytinde Kur’ân-ı Kerîm’den iktibas ettiği “onun sonu misktir” anlamına gelen “hitâmuhu’l-misk” (Mutaffifîn Suresi 83/26) ibaresiyle tarih düşürmüştür. Hüsn ü Aşk’ta mesnevi nazım şekli ve aruzun “mef ‘ûlü mefâ‘ilün fe‘ûlün” kalıbı ile yazılmış 2042 beytin yanı sıra her biri altışar bendden oluşan 4 tardiyye de bulunmaktadır.

Klasik mesnevilerdeki gibi mukaddime, hikâye ve hâtime bölümlerini ihtiva eden eserde anlatım tekniklerinden tahkiye ve tasvir kullanılmıştır (Akkuş 2009: 99). Şeyh Gâlib, Allah’ın lütuf ve ihsanları karşısında kendi aczini ve hamdini ifade ederek eserine giriş yapmıştır. Bu bölümün 18 beyitten oluşması, beyit sayısı bakımından Mevlânâ’nın Mesnevî’sinin girişiyle paralellik gösterdiğinden Hüsn ü Aşk’ın ilerleyen bölümlerinde “Esrârını Mesnevî’den aldım” diyecek olan şairin kendi eseri ile takipçisi olduğu Mevlânâ’nın eseri arasında kurduğu ilişkiyi işaret etmektedir. Gâlib, hamdelenin ardından Hz. Muhammed’in övgüsünü, sıfatlarını, miraç ve mucizelerini içine alan bir naat söylemiş, sonra Mevlânâ ve kendi babası hakkında da övgüde bulunmuştur. Şair, hikâye bölümüne geçmeden önce, “Sebeb-i Te’lîf” başlığı altında bu eseri niçin kaleme aldığını ayrıntılı olarak anlatmış; burada Nabî’nin Hayr-âbâd adlı eseri hakkında edebî tenkitte bulunurken aynı zamanda kendi poetikasını da ortaya koymuştur. Aynı bölümde, bir dost sohbetinde orada bulunanların Nâbî'nin eserinin övgüsünde ileri gittiklerini ve bir benzerinin yazılamayacağını ileri sürdüklerini, kendisinin bu söylenenlere karşı çıkıp söz konusu eseri tenkit ettiğini ve böylece Hüsn ü Aşk’ı yazma yükümlülüğü altına girdiğini söylemektedir. Şair, daha sonra “Âğâz-ı Dâstân-ı Benî Mahabbet” başlığıyla eserin hikâye bölümünü başlatarak önce Benî Muhabbet kabilesinin meclislerini, avları ve baharlarını tasvir etmiş, ardından da asıl hikâyeyi anlatmaya başlamıştır.

Hüsn ü Aşk'ta hikâyenin özeti şöyledir: Benî Muhabbet kabilesinde iki çocuk dünyaya gelir. Bunlardan biri kız diğeri erkektir. Kıza Hüsn, erkeğe Aşk ismi verilir. Kabilenin büyükleri, çocuklar daha beşikteyken onların nişanlanmalarına ve daha sonra birlikte okumalarına karar verirler. Hüsn ve Aşk, Edeb adlı bir okula giderek Molla-yı Cünûn’dan ders alırlar. Orada Hüsn, Aşk’a âşık olur ve kimi zaman bir araya gelip görüşürler. Çocuklar, havanın güzel olduğu bir gün Ma‘nâ adlı bir mesire yerine giderler; orada Feyz havuzunu görüp sofracıbaşı Sühan ile tanışırlar. Sühan, kendileriyle yakından ilgilenir ve onları kavuşturmak için çaba sarf eder. Hayret adlı kişi kendilerini ayırmaya çalışır, fakat onlar Sühan aracılığıyla mektuplaşmalarını sürdürürler. Hüsn’ün dadısı İsmet ve Aşk’ın dadısı Gayret, bu olup bitenlerden haberdar olur. Bu arada Aşk da Hüsn’e âşık olmuştur. Aşk, sevdiği Hüsn’ü kabilesinden istemeye karar verir. Ancak kabile, bu isteğin yerine gelebilmesi için birtakım sıkıntıları göğüslemesi gerektiğini söyler. Diyar-ı Kalb’e doğru devlerle, kuyularla, tehlikelerle dolu bir yolculuğa çıkması ve oradan bir kimyayı getirmesini şart koşarlar. Yolda Aşk, dadısı Gayret ile beraber Dîv tarafından esir alınır; Sühan’ın gelip kendilerine yardım etmesi sonucu kurtulurlar. Daha sonra gittikleri Gam harabesinde Câdû ile karşılaşırlar. Câdû, Aşk’ı elde etmek için büyüye başvurup onları asar. Aşk, Sühan’ın yardımıyla kurtulur; sonra dev, gulyabani ve vahşi hayvanlarla savaşarak Çin sahillerine ulaşır. Aşk, daha önce Sühan tarafından uyarıldığı hâlde, burada gördüğü ve Hüsn’e benzettiği Çin hükümdarının kızı Hüşrübâ’ya âşık olur. Aşk, hem Gayret’in hem de Sühan’ın tüm uyarılarına rağmen Hüşrübâ ile birlikte Zâtu’s-Suver kalesine gider. Daha sonra Aşk, Sühan’ın yönlendirmesiyle kaleyi yakar; kaleyle birlikte Hüşrübâ da dâhil her şey yanar ve ortaya bir hazine çıkar. Hazinede, her şeyin olduğu hâlde Hüsn’ün resminin bulunmadığını gören Aşk, büyük hayal kırıklığı yaşar ve perişan olur. Sühan yaşlı tabip kılığında gelerek onu Kalb hisarına yönlendirir. Aşk ve Sühan, Kalb ülkesine giderek Hüsn’ün sarayına ulaşırlar. Sühan, Aşk’ı Hayret’e teslim eder; Hayret de onu Visâl haremine götürür. Böylece Aşk ile Hüsn birbirine kavuşur (bk. Mum 2018: 87-88).

Gâlib, hikâyeden sonra “Fahriyye-i Şâ’irâne” başlığı altında şairliğiyle övünmüş, poetikasını ortaya koymuş, ardından “hâtime” bölümüyle mesnevisini bitirirmiştir

Hüsn ü Aşk’ın önemini, en veciz biçimiyle Ziya Paşa, “Gelmişdir o şâ'ir-i yegâne / Gûyâ bu kitâb içün cihâne” diyerek anlatmıştır. Eserin mesnevi geleneği içinde farklı bir yeri vardır. Şair, bu farklılığı “bir başka lügat” kullandığını ve bir “özge mâcerâ” anlattığını söylemek suretiyle ifade etmiştir. Şairlerin mesnevide genellikle Nizâmî’nin yolundan gittiklerini vurgulayan Gâlib, kendisinin onlara uymayarak yeni bir yol gözettiğini söylemiştir (bk. Doğan 2007: 402-406). Şair, geleneği yer yer ağır dille eleştirmiş olmakla birlikte ondan yararlanmasını da bilmiş, fakat onu tekrarlama yoluna gitmemiştir. Eserinde, Fuzulî’nin Leylâ vü Mecnûn ve Sıhhat ü Maraz adlı eserleriyle benzerlikler görülür. Attar’ın Mantıku’t-Tayr, Sühreverdî’nin Munisü’l-Uşşâk ve Mevlânâ’nın Mesnevî'sinin de bu eser üzerindeki etkileri gözle görülür düzeydedir. Gâlib, özellikle Mesnevî etkisini, “Esrârını Mesnevî’den aldım / Çaldım velî mîrî malı çaldım” diyerek açıklamıştır. Onun masal unsurlarından yararlanıldığı da açıktır. Şair, bu etkileri kendi sanat kudretiyle birleştirerek bir şaheser ortaya koymuştur.

Hüsn ü Aşk’ta tasavvufi ve âşıkane birçok soyut kavram istiare ve teşbihin sağladığı geniş imkânlarla somutlaştırılmış, sâlikin seyr ü sülûkta karşılaşacağı veya yaşayacağı süreçler temsilî/alegorik tarzda tahkiye edilmiştir. Şairin yakın dostu Pertev'in Hüsn ü Aşk’ın Gâlib’in kendi seyr ü sülûkünden hareketle yazılmış bir eser olduğu yönündeki değerlendirmesi de bu noktada önem kazanmaktadır (Gürer 2000: 213). Sebk-i Hindî’nin en önemli örneklerinden biri olan eserde tasavvufi kavramların çok yoğun kullanılması, daha da önemlisi bu kavramların birer istiareye dönüştürülmesi, birbirinden zarif, ince ve özgün hayallere, tezat sanatının insanda hayranlık uyandıran başarılı örneklerine, mübalağalara, orijinal teşbih ve istiarelere çok fazla yer verilmesi gibi pek çok özellik bu üslûba ait özellikler olarak öne çıkmaktadır (bk. Mum 2018: 89-93).

Gâlib'den sonra Refî-i Âmidî Cân u Cânân, İzzet Molla Gülşen-i Aşk adlı eserleriyle Hüsn ü Aşk’a birer nazire yazmışlarsa da onun seviyesine yaklaşmayı başaramamışlardır.

Hüsn ü Aşk’ın kütüphanelerde çok sayıda yazma nüshası tespit edilmiş (Gürer 1993: 69) ve eski harfi olarak da üç defa basılmıştır (Şeyh Gâlib 1252; Şeyh Gâlib 1304; Şeyh Gâlib 1342). Eser yeni harflerle tam metin veya seçki olarak birçok kez yayınlanmış, diliçi çevirileri de yapılmıştır (bk. Kaynakça). Hüsn ü Aşk'ın tam metni en son Muhammed Nur Doğan tarafından hazırlanmış ve diliçi çevirisiyle birlikte neşredilmiştir (2007).

Şairin biyografisi için bk. “Şeyh Gâlib, Mehmed”. Türk Edebiyatı İsimler Sözlüğü. http://teis.yesevi.edu.tr/madde-detay/seyh-galib-mehmed

Eserden Örnekler


Vilâdet-i Hüsn ü Aşk

Oldı bu sarâya pâ-nihâde

Ol gice iki kibâr-zâde


Fi'l-hâl açıldı subh-ı ümmîd

Hem mâh dogdı hem de hurşîd


Ol hâle sebeb bu iki şehmiş

Her biri süvâr-ı mihr ü mehmiş


Ammâ biri duhter-i semen-ber

Biri püser-i Mesîh-manzar


Fehm etdi kabîle mâcerâyı

Hep duydı bu iki mübtelâyı


Hüsn eylediler o duhtere ad

Ferzend-i güzîde Aşk-ı nâ-şâd


Hüsne dedi sonra kimi Leylâ

Şîrîn dedi kimi kimi Azrâ


Mecnûn kodı kimi Aşk için ad

Vâmık dedi kimi kimi Ferhâd


Sonra o lügat olup dîger-gûn

Leylâ dedi Aşka Hüsne Mecnûn


Her ân bozup kazâ tılısmı

Bir gûne degiştirirdi ismi


Bunlar dahi tıfl-ı bî-serencâm

Gerdûn dolaşır ki ede kem-nâm


Güm-nâmlık ile bula şöhret

Güm-geştelik ola sonra âdet (Doğan 2007: 76-78).


Sebakdaş Şüden-i Îşân der-Mekteb-i Edeb

Bir kışra girip dü magz-ı bâdâm

Bir mektebe vardılar Edeb-nâm


Bir beyt olup iki tıfl-ı mısra'

Ma'nâ-yı latîfe oldı matla'


Efsûn okur iki çeşm-i câdû

Pîş-i nigehinde rahle ebrû


Hâme gibi dü-zebân u yek-dil

Bir bahsi olurlar idi nâkil


Yek nûr olup iki şem'-i kâfûr

Kıldı orasın sarây-ı billûr


Mekteb olup arada heyûlâ

Bir sûrete girdi iki ma'nâ


Bir şâhda idi iki gonca-i gül

Birbirlerine olurdı bülbül


Biribirine ulaşdı bunlar

Ol bâgçede kan yalaşdı bunlar (Doğan 2007: 86-88).


Tardiyye

Hoş geldin eyâ berîd-i cânân

Bahş et bana bir nüvîd-i cânân

Cân ola fedâ-yı îd-i cânân

Bî-sûd ola mı ümîd-i cânân

Yârin bize bir selâmı yok mı


Ey Hızr-ı fütâdegân söyle

Bu sırrı edip ıyân söyle

Ol sen bana tercemân söyle

Ketm etme yegân yegân söyle

Gam defterinin temâmı yok mı


Yâ Rabbi ne intizârdır bu

Geçmez niçe rûzgârdır bu

Hep gussa vü harhârdır bu

Duysam ki ne şîve-kârdır bu

Vuslat gibi bir merâmı yok mı (Doğan 2007: 294-296).


Resîden-i Râh-ı Û Be Deryâ-yı Âteş

Gûş etmiş idi o ser-güzeşti

Âteş yemi üzre mûm keştî


Çıkdı yolı üzre şimdi nâgâh

Ol kulzüm-i âteş-i ciger-gâh


Mûmdan gemiler edip hüveydâ

Kılmış niçe dîv o bahri me’vâ


Çün âteş o kavme etmez âzâr

Âzürde olur mı nârdan nâr


Keştîleri ber hevâ dutarlar

Çok ebleh-i bî-nevâ dutarlar


Keştîye kim eyler ise ikdâm

Ol dîvler eyler idi i’dâm


Keştî velî nahl-i sûra benzer

Kâlibedi sürh şu’le-peyker


Gûyâ ki cezîre-i felâket

Pür-sûz-ı belâ kızıl kıyâmet


Her biri misâl-i kûh-ı Sürhâb

Dopdolı içinde dîv-i küh-râb


Tâbût idi san o keştî-i mûm

Olmaz girenin mezârı ma’lûm (Doğan 2007: 316).


Der Sıfat-ı Kal’a-i Zâtü’s-suver

Aşk ile Gayret ol semen-ber

Ol kal’aya vardılar berâber


Ne gördi ki bir garîb kal’a

Her yanı suver acîb kal’a


Bir bâbdan oldılar çü dâhil

Fi’l-hâl kapandı oldı zâ'il


Hem dahi nihân olup ol âfet

Habs oldılar anda Aşk u Gayret


Bir kal’a ki Sûmenâta benzer

Her seng-i siyâhı Lâta benzer


Hem-reng-i künişt çârsûsı

Bir şehr-i azîm yok kapusı


Hep kûçe vü kûyı Yûsufistân

Dîvârlarında nakşı hûbân


Nakşı felekü’l-burûca hem-tâ

Hem-hâlet-i hücre-i Züleyhâ


Gûyâ ki o kûh-ı Bîsütûndur

Şîrînleri mâh-ı lâle-gûndur


Her kubbesi dest-kâr-ı Ferhâd

Her sengi velî mezâr-ı Ferhâd


Neyreng-i hayâlden ibâret

Her sûreti bâc-ı şehr-i sûret


Mermerleri hurde-kâr-ı bî-reng

Dîvârı suver-nümâ-yı Erjeng


Fânûs-ı hayâl her menâre

Bir tuhfe-i nev-di rûzgâra


Hep andaki hurde-kâr sûret

Bârîk idi çün hayâl-i Şevket (Doğan 2007: 346-348).

Kaynakça


Akkuş, Metin (2009). “Şeyh Galib’in Anlam Dünyası: Hüsn ü Aşk’ta Edebî Türler ve Tarzlar”. Turkish Studies (Klasik Türk Edebiyatında Mesnevî-Prof. Dr. Halûk İpekten Anısına), 4(7). 97-112.

Doğan, Muhammet Nur (2007). Şeyh Galib, Hüsn ü Aşk. İstanbul: Yelkenli Kitabevi.

Gürer, Abdülkadir (1993). Şeyh Gâlib Dîvânı (İnceleme-Metin). Doktora Tezi. Ankara: Ankara Üniversitesi.

Gürer, Abdülkadir (2000). “Şeyh Galip Hakkında Yeni Bilgiler”. DTCF Türkoloji Dergisi, XIII (1): 203-226.

Horata, Osman (2009). Has Bahçede Hazan Vakti, XVIII. Yüzyıl: Son Klasik Dönem Türk Edebiyatı. Ankara: Akçağ Yay.

Mum, Cafer (2018). “Hint Üslubunun Son Büyük Şairi Şeyh Galip”. XVIII. Yüzyıl Türk Edebiyatı. (ed. M. Macit, O. Horata). Eskişehir: Anadolu Üniversitesi Yay. 76-99.

Şeyh Gâlib (1252). Dîvân. Mısır: Bulak Matbaası.

Şeyh Gâlib (1304). Hüsn ü Aşk, Eser-i Gâlib Dede. İstanbul: Kitab-hâne-i Ebuzziyâ.

Şeyh Gâlib (1342). Hüsn ü Aşk. İstanbul: Mahfel Mecmuası Yay.

Şeyh Gâlib (1336). Dîvân ve Hüsn ü Aşkından Müntehâb Parçalar. İstanbul: Dârü'l-Fünûn Matbaası.

Şeyh Galib (1975). Hüsn ü Aşk. (hzl. Orhan Okay ve Hüseyin Ayan). İstanbul: Dergâh Yay.

Şeyh Galib (2002). Hüsn ü Aşk. (hzl. Muhammet Nur Doğan). İstanbul: Ötüken Neşriyat.

Şeyh Galib (2006). Hüsn ü Aşk. (çev. ve hzl. Abdülbaki Gölpınarlı), İstanbul: Türkiye İş Bankası Kültür Yay.

Şeyh Galib (2010). Aşk ve Güzellik, Hüsn ü Aşk. (manzum çev. Kenan Sarıalioğlu). İstanbul: Apollon Yay.

Şeyh Galip (2003). Hüsn ü Aşk (Güzellik ve Aşk). (diliçi çev. Ahmet Necdet). İstanbul: Adam Yay.

Atıf Bilgileri


MUM, Cafer. "HÜSN Ü AŞK (ŞEYH GÂLİB)". Türk Edebiyatı Eserler Sözlüğü, http://tees.yesevi.edu.tr/madde-detay/husn-u-ask-seyh-galib. [Erişim Tarihi: 23 Kasım 2024].


Benzer Eserler

# Madde Yazar Madde Yazarı İşlem
1 DÎVÂN (ŞEYH GÂLİB) Şeyh Gâlib, Muhammed Es’ad Prof. Dr. Cafer MUM
Görüntüle
2 ES-SOHBETÜ'S-SÂFİYYE Şeyh Gâlib, Muhammed Es‘ad Dede Dr. Öğr. Üyesi Ayşegül Mete
Görüntüle
3 ŞERH-İ CEZÎRE-İ MESNEVÎ (ŞEYH GÂLİB) Şeyh Gâlib, Muhammed Es‘ad Dede Prof. Dr. mehmet atalay
Görüntüle
4 MANZÛME-İ DURÛB-I EMSÂL (HIFZÎ) Hıfzî Dr. Öğr. Üyesi BAHANUR ÖZKAN BAHAR
Görüntüle
5 NA'T MECMÛ'ASI (HÜSEYİN AYVANSARÂYÎ) (Rıfat Kütük Şahsi Kütüphanesi) Ayvansarâyî, Hâfız Hüseyin Diğer Aybala Sena KÜTÜK
Görüntüle
6 DÎVÂN (KESBÎ /KİSBÎ) Kesbî/Kisbî, Kesbî Mehmed Efendi ismail Aksoyak
Görüntüle
7 TERCÜME-İ DURÛB-I EMSÂL-İ ARABİYYE (KUDSÎ, ABDULLÂH EFENDİ) Kudsî, Abdullah Efendi Prof. Dr. Sadık Yazar
Görüntüle
8 TERCÜME-İ LUTFU'T-TEDBÎR fî SİYÂSÂTİ'L-MÜLÛK (KUDSÎ, ABDULLÂH EFENDİ) Kudsî, Abdullâh Efendi Prof. Dr. Sadık Yazar
Görüntüle
9 TERCÜME-İ EL-BERKU’L-YEMÂNÎ FÎ FETHİ’L-OSMÂNÎ (KUDSÎ, ABDULLÂH EFENDİ) Kudsî, Abdullâh Efendi Prof. Dr. Sadık Yazar
Görüntüle
10 DÎVÂN (TEKİRDAĞLI AHMED LÜTFÎ) Lütfî, Ahmed Lütfî Efendi Diğer Ahmet Serdar Erkan
Görüntüle
11 MÜSTEVCEBÜ’L-HALÂS FÎ TEFSÎR-İ SÛRETİ’L-İHLÂS (TÂHİR, MEKKÎ-ZÂDE MEHMED) Tâhir, Mekkî-zâde Mehmed Tâhir Efendi (?/? – ö. 1128/1716) Dr. Öğr. Üyesi Oğuzhan UZUN
Görüntüle
12 AHSENÜ'L-HABER MİN KELÂMİ SEYYİDİ'L-BEŞER (VÂSIF, ŞA'BÂN-ZÂDE ABDULLÂH VÂSIF ÇELEBİ) Vâsıf, Şa'bân-zâde Abdullâh Vâsıf Çelebi Diğer Nükran ERBAŞ
Dr. Öğr. Üyesi Muhammed İkbâl Güler
Görüntüle
13 DÎVÂNÇE (ABDÎ / VASSÂF) Abdî (Vassâf), Abdullâh Efendi Prof. Dr. İbrahim Halil Tuğluk
Görüntüle