- Yazar Biyografisi (TEİS)
Zihnî, Bayburtlu - Madde Yazarı: Prof. Dr. Saim Sakaoğlu
- Eser Yazılış Tarihi:1844
- Yazıldığı Saha:Anadolu-Osmanlı
- Edebiyat Alanı:Âşık Edebiyatı
- Dönemi:19. Yüzyıl
- Dili:Türkçe
- Alfabesi:Arap
- Yapısı:Manzum-Mensur
- Niteliği:Telif
- Türü/Formu:Hikâye (Öykü)
- Yayın Tarihi:11/04/2022
HİKÂYE-İ GARÎBE
hikâyeZihnî, Bayburtlu (d. 1212/1797 - ö. 1276/1859)
ISBN: 978-9944-237-87-1
Müellifi Bayburtlu Zihnî olan eserin adı Hikâye-i Garibe’dir. Eserde birbirinden ilginç olay örgüsü ve çeşitli entrikaların olmasından dolayı bu ad verilmiş olmalıdır. Eser, önceleri Sergüzeştnâme’nin sonunda yer alan hikâyelerden biri sanılmış, hatta ad benzerliğinden dolayı “Dâsıtân-ı Acîbe” ile karıştırılmıştır. Eserin adını ilk defa Bursalı Mehmed Tahir’in Osmanlı Müellifleri (1917) adlı eserinde yer verilmiş ve 1844 yılında yazıldığı ifade edilmiştir. Bu bilgiden hareketle Ziyaeddin Fahri Fındıkoğlu tarafından 1928 yılında yayımlanan Bayburtlu Zihnî adlı eserinde hikâyenin varlığının şüpheli olduğundan söz etmekte ve varlığı ile yokluğu arasında kararsızlığını dile getirmektedir. İbnülemin Mahmut Kemal İnal da, Zeki Dede adlı bir hattatın kaleminden çıkan Divân-ı Zihnî’de (1865) yer alan farklı bir mukaddime yer almasına karşın hikâyenin özeti olmakla birlikte o da Fındıkoğlu gibi düşünmektedir. M. Fuad Köprülü 1940 yılında eserden “tarihî mahiyette –basılmamış- bir eseri daha vardır.” (Sakaoğlu, Sevgi 1992: 13) söz etmektedir. 1950 yılında Fındıkoğlu eser hakkında yeni bilgiler vermiş ve Yeşiloğlu Salih Bey’in kütüphanesinde olan nüshayı söylemektedir. Bu durumda eserin üç nüshası bulunmaktadır. İbnülemin Mahmut Kemal İnal nüshası, Yeşiloğlu Salih Bey nüshası ve İstanbul Üniversitesi Kütüphanesi TY bölümünde kayıtlı 6649 numaralı nüsha. İncelenen nüsha İstanbul Üniversitesi Kütüphanesinde bulunandır.
İncelene nüsha, 27 varaktır. Zihnî eserin giriş bölümünde “hamdele”, “salvele”, “padişahın medih”, “kaza ve kader” konularına yer vermektedir. “Der-beyân-ı Esâs-ı Kazıyye” başlığı altında Bayburt ve Bayburt eşrafı ile ilgili bilgiler bulunmaktadır. Hikâyenin yer aldığı 7a ve 25b varaklarının dışında “lî-müellifi’l-hakîr” ve “Târih-i Teşrif-i Hümâyûn be İzmid” başlıkları altında manzum ve mensur parçalarla tamamlanmaktadır. Eser, Allah’a, Hz. Muhammed (sav) salat ve selamlar ile başlamaktadır. Ayet ve hadislerden örnekler verilmektedir. Nazım nesir şeklinde kaleme alınan eserin yazıldığı dönemin Osmanlı Padişahı Abdülmecid’in adının geçtiği beyitler ile devam etmektedir. Giriş denilebilecek kısımdan sonra asıl hikâye çeşitli bölüm adları ile yer almaktadır. Dil bakımından ağır bir üslupla yazılmıştır.
Hikâye-i Garibe; Bayburt hükümdarı olan Hacı Sadullah Bey bölgenin tek hâkimidir. Elinden olmadan padişahın isteğine uygun düşmeyen bir hareketi sebebiyle katline karar verilir ve o tarihte Erzurum valisi bulunan Cabbarzade Celaleddin Mehmed Paşa’nın delaletiyle idam edilerek kafası İstanbul’a gönderilir. Sadullah Paşanın, Abdullah Bey ve Salih Bey adından iki oğlu iki de kızı vardır. Evin işlerini yürüten bir Ermeni kâhya, paşanın ölümünden sonra evin hanımını çeşitli yollarla kandırıp yakınlarının para ile zararsız hâle getirir. O, daha sonra Hacı Mehmed adlı bir yakınlarını da bir Ramazan gecesi zehirli çifte kurşunu ile ortadan kaldırır. Kendisine engel olarak büyük oğlu Abdullah’ı gören Ermeni, onu da Hicaza götürme bahanesiyle ortadan kaldırmaya karar verir. On dört yaşına basan Abdullah Bey, annesi, kız kardeşlerinden biri, Ermeni kâhya ve bazı yakınları hep birlikte Hicaz’a doğru yola çıkarlar. Mısır’a vardıklarında bir teşbih meselesinden ötürü Abdullah Bey ile Ermeni’nin birbirlerine kılıç çekmeleri aralarının iyice açılmasına yol açar. Mekke’ye vardıklarında Abdullah Bey’e iki defa zehirli şerbet verirler; fakat zehir tesirli olmaz. Ancak, Abdullah Bey’e üçüncü defa verilen zehirli şerbet tesirini gösterir ve o “daire-i akldan dûr ve şehr-i âfiyetden mehcûr” olur. Onun öldüğünde kanaat getirip gömülmesine karar verirler. Teslim ettikleri iki Arap, Abdullah Beyin cesedini Hicaz çöllerinin kumlarına yıkayıp kefenlemeden gömüverirler. Daha sonra esen bir “ilâhi rüzgâr” kum çukurundan gömülü bulunan Abdullah Beyin istifra etmesine yol açarak kurtulmasını sağlar. Kendisini elbiseleriyle birlikte bir çukurda bulan Abdullah Bey, bütün yakınlarından uzakta, tuzaktan kurtulmuş bir “âhû-yı Çîn” gibi etrafına bakınmaktadır. Onu bu hâlde gören iki Arap kumdan çıkararak Mısır’a götürür ve bir esirciye satar. Bunun üzerine Abdullah Bey, esirciye kendisinin köle olmadığını, Erzurum eyaletinin tanınış bir kişisi olduğunu, kendisini Erzurum’a iletirse yüz kese akçe vereceğini söyler. Yalvarması sonuç verir ve İskenderiye üzerinden bir yelkenli ile Akdeniz’e açılırlar. Sayda, Beyrut ve Lazkiye iskelelerinden geçerek Antakya üzerinden karayoluyla, gündüzleri gizlenerek geceleri yolculuğa devam ederler ve Ahıska’ya ulaşırlar. O sırada Bayburt, Rus istilasına uğramış ve Abdullah Beyin yakınları ortalarda görünmemektedir. Ermeni kâhyayı bulduğu zaman o yalandan ağlayarak Abdullah Beye yardımcı olacağını söyler. Ancak onun yapacağı kötülükleri bitmemiştir. Ortaya çıkan üç serseri Abdullah Beyi yakalayıp üzerinde elbiseleri çıkarttırırlar ve ona Rus elbisesi giydirerek Rusya’ya gönderirler. O, götürüldüğü yerde “Gürcü gülâm” olarak ileri gelen birine hediye edilir. Abdullah Bey Rusya’da iken yaşı on sekiz olmuştur. Onu askere alırlar. İşte bu sırada bir “pîr-i mübârek” elinden tutarak onu kurtarır. Pîr ona “kalk yâ Abdullah, zamânın geldi, kaçmaya hazırlan” deyince o, kumandası altındaki askerlere görünmeden atına biner. Bir iki menzil gittikten sonra atını bir orman kenarına bırakıp ormanın derinliklerine dalar. Tehlikeli ve korkulu günler geçirdikten sonra Tuna kıyılarına yakın bir yere ulaşır. Kendisinin arandığını anlayınca kıyıdaki bir sandalın ipini kesip yola çıkar. Tehlikeli dalgalardan Allah’ın izni ve Peygamberin yardımıyla Rumeli taraflarına ulaşır. Edirne üzerinden geldiği İstanbul’da kim olduğunu belli etmeden bir müddet kalır. Daha sonra vapurla Trabzon’a giden Abdullah Bey, başından geçenleri dayısına anlatırsa da aradan 18 yıl geçtiğinden ve kendisinin öldüğü bilindiğinden ötürü kimse inanmaz. O bir müddet kahvehanelerde gününü geçirir, gelen gidenin sorularına muhatap olur. Bilahare, Abdullah Beyin akrabaları Bayburt’a gelmişlerdir. Kız kardeşi ile karşılaşan Abdullah Bey çeşitli sorularla imtihan edilir. “Kız kardeşinin iki adı vardı. Bunlar nedir? Hangi atları severdin?” gibi sorulara verilen doğru cevaptan sonra bütün şüpheler dağılmıştır. Herkes onu görmek ister. Rical ve nisvan ile okullardaki çocuklar onu karşılamaya çıkarlar. Böylece on sekiz yıllık macera da sona ermiş olur.
Eser üzerine Saim Sakaoğlu, Ahmet Sevgi’nin ortak imzalı bir çalışması bulunmaktadır.
Şairin biyografisi için bk. “Zihnî, Bayburtlu”. Türk Edebiyatı İsimler Sözlüğü. http://teis.yesevi.edu.tr/madde-detay/zihnni-bayburtlu
Eserden Örnekler
Kasîde-i Şâhâne Min-Gayr-ı Hadd
Devrân o dâr-ı saltanatın kârânıdır
Gerdûn bu mülk-i ma ‘deletin pâs-bânıdır.
Âyînedâr-ı tâl’at-ı şâhânesi kamer
Mihr-i münîr şevketinin sâyebânıdır.
Kişver-güşâ-yı şâh-ı ‘adâlet-şi’âr kim
Mülk-i cihân dâhil-i emn ü emânıdır.
Dârâ gulâm-ı Hâzret-i ‘Abdulmecîd Hân
Dîvân-ı ‘adli hıdmetin iden keyânıdır.
Der-Beyân-ı Esâs-ı Kazıyye
Anadolu’nun sol kolunda Erzurum eyâleti dâhilinde Erzurum’a yigirmi dört sâ’at ve Trabzon’a otuz dört sâ’at mesâfede kâ’in Bayburd nâm kasaba ki âb u hevâsı hÛb ve Cûy-rûh nâm nehr vasatında cârî ma-karr-ı kirâm ve mesken-i evliyâ vü şühedâ bir şehr-i mergûb olup evliyâ-yı kirâm ve musannifin-i sâbıkîn-i zevi’l-ihtirâmdan mu’tekif-i Ka’be-i lâhût ve mesned-nişîn-i suffe-i ceberut tâcu’ş-şerî ‘a sâhibi Tâceddin ve Ahmet Zengânî ve Zâhid Geylâni ve Veys Hemadânî ve Şyeh Hayrân ki ‘asrında bir Dehri zuhur idüp dâ’vâ-yı velâyetde Şeyh Hayrân ile ma’an birer elini âteş-i sûzâna ilkâ ve nîm-sâ’at tevkif ile hiç birisine âteş mess ü tahrik itmediğine Şeyh Hayrân, hayrân u ser-gerdân olup ‘âlem-i murâkabede gayb sâhralarında geşt ü güzâr iken semâ’-ı velâyet ictimâ’ına bir âvâze-i tesliyet-bahş hüveydâ olup ol Dehrî-i nâ-mihrin dest-i sürh-serine âteş imsâk itmediği senin dest-i kerâmet-peyvestene mukâreneti şerefidir.
Mîr-i merkûmun fevtinden sonra Abdullah Beg ve Sâlih Be nâmâé iki ferzendi ve iki duhteri kladıkda kâr-güzârî-i hâneleri bulunan bir nefer-i Ermenî mîr-i mûmâ-ileyhimânın maderlerine hulûl ve envâ’-ı sihr u huyûl ile tebe’a ve sâ’irden vâki olan mevâni’i akçe kuvvetiyle imhâ ve Hacı Mehmed nâm kahramân-peyker paşa-zâde maktulün bir kölesini bir ramazân-ı şerifin aşar-ı ahiri gicelerinde hânesine giderken Ermenî-i mezkûr semli çfte kurşun ile darb itdürüp kırk gün tamâmında şerbet-i şahâdeti nûş itdirdiler. Ermenî-i mersûm korktundan emîn ve umduğuna nâ’il olarak fazâhatını sabıkından ekser ve şenâ ‘atini bert-er eyleyüp âlem-i âba karâr ve mîr-i maktûlun fakat kebîr oğlı Abdullah Beg’den gayrı mâni‘ ve müzâhimleri kalmayup bunı ne yapalım meşveretine bâb-ı mel ‘aneti güşâde ve şunı buldılar ki Hîcaz bahanesiyle gidüp mîr-i merkûmı dahi mesmûnen ve yahud tarik-i yek-digere mevzu‘ân telef birle havf u tehâşîden âzâde olalar.
Mesnevi
Ol per-ver i nâz mîr-i ma ‘sûm
Ol dürr-i yetîm kân-ı mahrum
Mustagrak-ı bahr-ı cevr-i bed-ter
Nûş-ı mey-i zehr kahr-ı mâder
Bî-çâre vü nâ-mûrad dil-teng
Ser-geşte garîb çarh-ı nîreng
Ser-defteri oldı teşnegânın
Mânend-i Hüseyn-i Kerbelâ’nın
Gitdikce harâret aldı anı
Şakk oldı atşdan gül dehânı
Beyt li-müellifihi
Nûşı nîşin ‘ayşı teşvişin korutmaz ‘âlemin
Matlabın râhat mıdır bilmem bu mihnet-hânedan
Gazel Li-Müellifİ
Eşk-i çeşmim on sekiz yıl zîb-i dâmân eyledüm
Dest-i zârım zîver-i çâk-i giribân eyledüm
Rişte-i feryâdla berg-i güli gül-zârda
Bülbüle şirâzeletdim bir gül-istan eyledüm
Hoş gelür bildim güle âh u efgân-ı ‘andelîb
Ol kadar yıl ravza-i kuyunda efgân eyledüm
Hâl perîşânımla gördüm ol perîşân artırır
Ol sebebden ben dahi hâlim perîşân eyledüm
Küfr-i zülfün perdesin çâk itdi şemşîr-i sabâ
Ahsenü’l-hüsnâ cemâlin gördüm îmân eyledim.
Zihnî-âsâ ab-ı yâr-i eşk-i seyl-âbımla ben
Ser-te-ser Rûm u Hicâz’ı bâg u büstân eyledim.
Kaynakça
Sakaoğlu, Saim; Ahmet Sevgi (1992). Bayburtlu Zihnî Hikâye-i Garîbe. Konya.
Atıf Bilgileri
Benzer Eserler
# | Madde | Yazar | Madde Yazarı | İşlem | ||
---|---|---|---|---|---|---|
1 | DÎVÂN (ZİHNÎ, BAYBURTLU) | Zihnî, Bayburtlu | Doç. Dr. NAZİRE ERBAY |
Görüntüle | ||
2 | SERGÜZEŞTNÂME | Zihnî, Bayburtlu | Dr. Öğr. Üyesi Şebnem Şerife Şahinkaya |
Görüntüle | ||
3 | ŞÂİRNÂME (HIZRÎ) | Hızrî | Dr. Öğr. Üyesi Şebnem Şerife Şahinkaya |
Görüntüle | ||
4 | MEŞAHİR-İ KAYSERİYYE | Ahmed Nazif Efendi | Doç. Dr. tolga öntürk |
Görüntüle | ||
5 | DÎVÂN (DERTLİ) | Dertli, İbrahim | Diğer Metin İpek |
Görüntüle | ||
6 | DER BEYÂN-I DÎVÂN-I ECRÎ BABA | Ecrî | Dr. Necmiye Özbek Arslan |
Görüntüle | ||
7 | ŞÜREGEL DESTANI | Efkârî | Dr. Mehmet Dervişoğlu |
Görüntüle | ||
8 | DÎVÂN (ERZURUMLU EMRAH) | Emrah, Erzurumlu | Doç. Dr. abdulkadir erkal |
Görüntüle | ||
9 | TUHFE-İ FEVZİYE | Kara Fevzi | Diğer Meryem Özdemir |
Görüntüle | ||
10 | DİVANÇE (Kemâlî) | Kemâlî, Mustafa | Doç. Dr. SAGIP ATLI |
Görüntüle | ||
11 | DÎVÂN (KENZÎ) | Kenzî, İbrahim Kasım | Doç. Dr. Osman Kufacı |
Görüntüle | ||
12 | KERİMAN-I DİLİR | Kusurî, Ömer | Diğer Emine Güleç |
Görüntüle |