HAR-NÂME (ŞEYHÎ)
mizah ve hiciv nitelikli manzume
Şeyhî, Yûsuf Sinâneddîn (d. ? - ö. 834/1431 ?)

ISBN: 978-9944-237-87-1


Şeyhî’nin Türk mizah ve hiciv edebiyatının şaheserlerinden kabul edilen, ince, zeki ve çok kuvvetli tarizleri ihtiva eden mesnevisi. Eserin bilinen altı nüshası mevcuttur. Bu nüshalardan beşi Dîvân-ı Şeyhî’nin içerisinde yer alır, biri ise müstakildir: 1. İstanbul Üniversitesi Nadir Eserler Kütüphanesi, Türkçe Yazmalar, Nu. 2804. 2. Millet Yazma Eser Kütüphanesi, Ali Emirî Manzum, Nu. 238. 3. Süleymaniye Yazma Eser Kütüphanesi, Hacı Mahmud Efendi Koleksiyonu, Nu. 3298. 4. Beyazıt Devlet Kütüphanesi, Nu. 5764. 5. Türk-İslâm Eserleri Müzesi, Nu. 2010. 6. Millet Yazma Eser Kütüphanesi, Ali Emirî Manzum, Nu. 1016 (Bu nüsha müstakil olup 7 varaktır).

Har-nâme’nin kime, hangi olay sonucunda sunulduğu konusunda farklı rivayetler vardır: Sehî Beg’in aktardığı bilgilere göre Sultan II. Murâd, Şeyhî’yi vezir yapmak istemiş, şairi çekemeyenler Hamse-i Nizâmî gibi bir eser yazdıktan sonra vezir yapılmasını söylemiştir. Sultanın verdiği Hamse'den Hüsrev ü Şîrîn'i seçen Şeyhî, metni tercüme etmeye başlamış ve bin beyit kadarını yazdıktan sonra II. Murâd’a sunmuştur. Mesneviyi beğenen padişah, Şeyhî’ye ihsanda bulunmuştur. Memleketi Germiyan’a dönmek üzere yola çıkan şair, yolda haramilerin baskınına uğrayıp elindekilerin hepsini kaybetmiş, yalnızca canını kurtarabilmiştir. Bunun üzerine içinde bulunduğu duruma uygun düşen Har-nâme adlı eserini kaleme alarak II. Murâd’a göndermiş ve Hüsrev ü Şîrîn’i nazmetmeye de devam etmiştir (Kut 1978: 169-172).

Latîfî ise Sehî Beg’in zikrettiği benzer malumatı aktarmakla birlikte bazı farklılıklara yer vermiştir. Buna göre; Şeyhî, Hüsrev ü Şîrîn’i “tekmîl ve tedvîn” ettikten sonra Sultan II. Murâd’a sunmuş, padişah kitabı inceleyip beğenmiştir. Ancak Şeyhî’yi çekemeyenler hasetle eserin Hamse-i Nizâmî’den tercüme ve aktarım olduğunu belirterek övgüye layık olmadığını söylemiş, padişah da bunun üzerine Şeyhî’yi hoş görmemiş, caize ve atâ vermemiştir. Beklediği ihsana ulaşamayan Şeyhî de rakiplerinin vaziyetini “tahayyül temsîl edip” Har-nâme’yi yazmış ve II. Murâd’a sunmuştur (Canım 2000: 343).

Âşık Çelebi, Gelibolulu Mustafâ Âlî ve Kınalızâde Hasan Çelebi, Sehî Beg ve Latîfî’den farklı olarak Har-nâme’nin Çelebi Sultan Mehmed’e sunulduğunu belirtmiştir. Âşık Çelebi’ye göre Çelebi Mehmed’in hastalığı üzerine Şeyhî’ye başvurulmuş, Şeyhî kısa sürede sultanı tedavi edince kendisine çeşitli bahşişler ve atâlarla birlikte Tokuzlu adlı karyenin timarı verilmiştir. Şeyhî’nin Tokuzlu’ya giderken buranın eski sahipleri tarafından yolu kesilmiş, malı yağmalanmış ve şair ölümden zor kurtulmuştur. Canını kurtaran Şeyhî, perişan vaziyette padişahın huzuruna çıkmış, hâlini arz ettiği Har-nâme adlı manzumeyi sunmuş, bunun üzerine hasımlarına hadleri bildirilip Şeyhî’ye kaybettikleri fazlasıyla geri verilmiştir (Kılıç 2010: 1454; İsen 1994: 113-114; Kutluk 2014: 529-530).

Şeyhî, Har-nâme’de eserini kime sunduğunu belirtmemiştir. Tezkirelerdeki ifadelerden Har-nâme’nin Çelebi Mehmed veya Sultan II. Murâd’a sunulduğuna dair iki farklı görüş hâkimdir. Ali Emirî Manzum 238 ve Türk-İslâm Eserleri Müzesi 2010 numarada kayıtlı Dîvân-ı Şeyhî’nin içerisinde yer alan nüshaların padişahı öven bölümü “Der-Medh-i Sultân Murâd Hân” başlığını taşır. Bunun haricinde bu nüshalarda yer alan bir beyitte Sultan II. Murâd methedilmiştir. Ancak bu başlık ve beyit diğer iki nüshada yoktur. Bir diğer nüshada olup olmadığı ise nüshanın baştan eksik olması nedeniyle meçhuldür. Sonradan istinsah edildiği düşünülen müstakil nüsha ise muhtemelen Millet Yazma Eser Kütüphanesinde bulunan Dîvân-ı Şeyhî’den kopyalandığı için muteber değildir. Tüm bu nedenlerle iki nüshada geçen Sultan II. Murâd ismi Sehî Beg ve Latîfî’yi destekler gibi görünse de eserin bu padişaha sunulduğunu kesin olarak söylemek mümkün değildir (Timurtaş 1971: 7). Ancak Har-nâme’de yer alan kimi beyitler eserin Çelebi Mehmed’e sunulduğu yönündeki bilgileri desteklemektedir. Şeyhî’nin, eserin sonundaki bu beyitlerde padişahın buyruğunun dikkate alınmadığını, malını haramilere kaptırdığını ve adalet istediğini belirtmesi Âşık Çelebi, Gelibolulu Mustafâ Âlî ve Kınalızâde Hasan Çelebi’nin aktardığı bilgilerle uyuşmaktadır. Tahir Olgun ve Faruk Kadri Timurtaş bu beyitlere dayanarak eserin muhtemelen Çelebi Mehmed’e sunulduğunu belirtmişlerdir (Timurtaş 1971: 8-9). Mehmed Fuad Köprülü ilk olarak Âşık Çelebi, Gelibolulu Âlî ve Kınalızâde Hasan Çelebi'nin aktardığı rivayeti anlatarak eserin zımnen Çelebi Mehmed'e sunulduğunu belirtmiş (Köprülüzâde Mehmed Fuad 1917: 253-254); ancak daha sonra söz konusu başlığı ve beyti dikkate alarak eserin II. Murâd’a sunulduğunu ifade etmiştir (Köprülü 2006: 72). Mine Mengi elimizde bulunan Har-nâme nüshalarından hiçbirinde Çelebi Mehmed’in adının geçmediğini belirtmiş; gerek Ali Emirî Manzum 238’de gerekse Türk-İslâm Eserleri Müzesi’nde bulunan nüshayı dikkate alarak bu nüshaların Şeyhî’nin yaşadığı döneme yakın bir zamanda istinsah edildiklerini (842/1438 ve 851/1447), bu nedenle müstensihlerinin Şeyhî ile tanışmış olabileceklerini ve eserin kime sunulduğunu bilme ihtimallerinin yüksek olduğunu söylemiştir. Bunun yanında Şeyhî’nin Çelebi Mehmed’den ziyade II. Murâd’a daha fazla kaside sunduğunu, aralarındaki ilişkinin daha sıkı olduğunu belirtmiş ve tüm bunlardan dolayı Har-nâme’nin II. Murâd’a sunulmuş olabileceğini ifade etmiştir (Mengi 1977: 80-81). İlhan Genç de Har-nâme üzerine kaleme aldığı makalesinin başlığında eserin I. Mehmed (Çelebi Mehmed)’e sunulduğunu belirtmiş; ancak eserdeki birkaç beyitten hareketle zımnen II. Murâd’a sunulduğuna dair karinelerin de olduğunu söylemiştir (2014: 254). Halit Biltekin de eserin II. Murâd’a sunulduğu görüşündedir (2010: 82). Âmil Çelebioğlu ise “Har-nâme, Çelebi Sultan Mehmed devrinde yazılmış ve ona ithaf edilmiş olsa bile bu hâl onun, sonradan -belki bazı değişikliklerle- Sultan İkinci Murâd’a da takdim edilmiş olmasına mani değildir.” değerlendirmesinde bulunmuş ve eseri II. Murâd devri mesnevileri arasında incelemiştir (2018: 246).

Har-nâme mesnevi nazım şekliyle, aruzun "fe’ilâtün mefâ’ilün fe’ilün" kalıbıyla kaleme alınmıştır. Toplam 126 beyitten ve dört bölümden oluşmaktadır. Manzume; tevhid, na’t, padişah övgüsü, konunun işlenişi ve dua bölümlerinin bulunmasıyla tertipli bir mesnevi görünümü arz etmektedir. Şeyhî, ilk 12 beyitte Allah’ın kainatı yaratışına, birliğine (tevhid), insanları doğru yola sevk etmeleri için peygamberler gönderdiğine değinip Hz. Muhammed’in miracına ve övgüsüne (naat) kısaca yer vermiştir. Ardından gelen “Du’â-yı Devlet-i Şâh” başlıklı 26 beyitte padişahı övüp onun adaletine değinmiş, ömrünün ve saltanatının devamı için dua etmiştir. Sözü kendisine getirerek âlemin zevk içinde olduğunu; ancak kendisinin sıkıntılar ve belalar içinde yattığını, bahtının gülmediğini, işlerinde başarıya ulaşamadığını, rahat umdukça zahmetler gördüğünü ve devlet isteyerek mihnetler bulduğunu belirtmiştir. İçerisinde bulunduğu durumu düşünürken bu anlatının münasip düştüğünü söyleyerek “Münâsebet-i Hikâyet” başlığıyla asıl hikâyeye girmiştir: Yük çekmekten, odun taşımaktan ve suya gitmekten şikâyet eden zayıf ve hasta bir eşek vardır. Bitmek bilmez bir üzüntü ve sıkıntı içindedir. Çektiği ağır yükler nedeniyle sırtında tüy kalmamış, eti ve derisi sıyrılmış, kana batmış, dudakları sarkmış ve çenesi düşmüştür. Sahibi günün birinde bu eşeğe acımış ve sırtından semerini alarak otlağa salmıştır. Burada öküzleri gören eşek, boynuzları bulunmasına, ağızlarında yular, sırtlarında semer olmamasına ve dağlarda yankılanan seslerine şaşırır. Özgürce yürüyüşlerine, yaylak ve kışlaklarda gezmelerine, palan dertlerinin olmamasına hayran kalır. Kendi hâlini düşünmeye başlar. Yaratılışta, elde ve ayakta, şekil ve surette eşit olmalarına rağmen eşeklerin boynuzsuz olmasına anlam veremez ve aralarındaki diğer eşitsizlikleri haksızlık olarak değerlendirir. Bu duruma ancak eşeklerin piri sayesinde bir mana verebileceğini düşünerek ona başvurur ve bir dizi övgüden sonra gördüklerini anlatır. İhtiyar eşek öküzlerin rızık sebebi olarak yaratıldığını, gece gündüz arpa ve buğday işlediklerini, bunların hâsıl olması için uğraştıklarını söyler ve bundan dolayı devlete erdiklerini belirtir. Buna rağmen eşeklerin yük taşımak için yaratıldığını, bu nedenle boynuzsuz olmaları bir yana kuyruk ve kulağın dahi kendilerine fazla olduğunu söyler. Eşek dertli bir şekilde ihtiyar eşeğin yanından ayrılmakla birlikte düşündüğü duruma mana vermenin memnuniyeti içinde ilerler. Odunla dayak yemektense buğday işleyerek itibar kazanmaya, günlerini bu işle meşgul olarak geçirmeye karar verir. Bu sırada yeşermiş ekinleri görür ve bunları aşkla yemeye başlar. Gördüğü arpaları yiyerek şevk ile can derdine derman bulur. Sonunda tarlada ot yerine yalnızca toprak kaldığını görür. Karnını doyurduğu için memnun vaziyette yerlerde yuvarlanmaya ve sevinçle anırmaya başlar. Çıkan sesleri işiten tarla sahibi elinde odunla tarlaya gelir, bütün ekinlerin yendiğini görünce söver, sövmekle kalmaz eşeği döver ve kuyruğu ile kulağını keser. Kanlar içinde acıyla kaçan eşek yolda ihtiyar eşeğe rastlar. İhtiyar eşek hâlini sorduğunda, inleyerek bâtılı isteyip haktan ayrıldığını, boynuz umarken kulaktan olduğunu belirtir. Şeyhî, bu eşeğin kendisi olduğunu söyler. Helal rızık isterken malını haramilere kaptırdığını, bunlara ceza verilmezse boş yere kulaktan ve kuyruktan olduğunu, ayak takımına mensup bir iki kişinin padişahın buyruğuna karşı geldiğini, adalet istediğini, padişahın ince manaları çözmekte mahir olduğunu ve durumunu anlayacağını ifade eder. Eser, padişaha edilen duayla sona erer.

Şeyhî, Har-nâme ile sosyal eşitlik düşüncesini konu edinmiş, yapılan iş kadar refaha layık olunduğunu vurgulamış ve meseleyi kadere bağlayarak düzene aykırı davrananların ceza göreceklerini belirtmiştir (Timurtaş 1971: 13). Köprülü, eseri “tertip ve izah itibariyle hemen hemen kusursuz” bularak Şeyhî’nin “lüzumsuz tafsilat ile sayfalar dolduracağı yerde muntazam bir nisbet dairesinde hikâyenin bütün aksâmını” ufalttığını “ve yalnız en canlı, en manalı hatları çizmekle iktifâ” ettiğini belirtmiştir. “Tahkiye itibariyle çok kusursuz bir sanat eseri” olarak değerlendirdiği Har-nâme’yi Hüsrev ü Şîrîn adlı mesnevinin yanında daha üst bir konuma yerleştirmiştir. Bununla birlikte eserin asıl başarısını, Şeyhî’nin benzeri türde eserler yazan isimler arasında temayüz ederek hicivde “zarâfet ve nezâhet” yakalamış olmasına bağlamıştır (1917: 254, 256). Şeyhî, özellikle hikâyenin girişindeki eşeğin hâli ve öküzlerin durumu başta olmak üzere birbirinden kuvvetli son derece canlı tasvirlere yer vermiştir. Tasvirlerdeki canlılık ve ifadedeki etkileyicilik şairin başarısını ve eserin kıymetini artırmıştır. Bununla birlikte eserin sonunda kendi durumu ile eşeğin durumunu birleştirmiş ve son derece zeki bir hamleyle yer verdiği darb-ı mesel sayesinde hicvin etkisini şiddetlendirmiştir.

Har-nâme’nin konusunun Arapça birkaç atasözünden ve Herat’ta yetişen Emir Hüseynî (ö. 719/1319-1320)’nin Zâdü’l-Müsâfirîn adlı eserindeki kısa bir eşek hikâyesinden alınmış olabileceği belirtilmiştir. Bununla birlikte Sâmânoğulları döneminde yaşamış Abdullâh el-Bâdâni adlı bir şairin Farsça atasözlerini Arapçaya tercüme ederek oluşturduğu kasidede aynı konuyu işleyen bir beytin bulunduğu belirtilmektedir. Yine hicri birinci asırda Arapçaya ve Süryaniceye tercüme edilen Kelîle ve Dimne benzeri bir eserde yer alan Fareler Hükümdarı ile Üç Vezir başlıklı hikâyede de boynuz edinmek isteyen eşeğin kulaklarını kaybedişi konu edilmektedir (Timurtaş 1971: 11; Çetin 1972: 231). Halit Biltekin (2010: 82; 2018: 9-10)'in verdiği bilgiye göre Hasan Özdemir, “Şeyhî’nin Har-nâme’si Üzerine Bazı Notlar” başlıklı bildirisinde eserin konu itibariyle yalnızca Arap atasözleri ile Zâdü’l-Müsâfirîn’de geçen hikâyeye dayanmadığını; Şeyhî’nin, eserini yazarken aynı zamanda İbrani geleneğinde geçen bir hikâyeyi, Ezop’un benzer konuda aktardığı masalı ve ortaklık gösteren tüm varyantları değerlendirerek kaleme aldığını söylemiştir. Firdevsî'nin Şeh-nâme'sinde yer alan ve Fahrî'nin Hüsrev ü Şîrîn'inde tercüme edilen bir beytin de Şeyhî'ye kaynak olduğu konuya dair ileri sürülen görüşler arasındadır (Özdemir 2011: 4). Ancak ilgili atasözünün bilinmesi durumunda içeriğin genişletilerek özgün bir üslupla hikâyeye dönüştürülmesi de son derece normaldir.

Har-nâme, Tahir Olgun (1949), Faruk Kadri Timurtaş (1971, 1981) ve Mehmet Özdemir (2011, 2017) tarafından kitap olarak neşredilmiştir. Tahir Olgun’un (Tâhirü’l-Mevlevî’nin) 1949 yılında basılan çalışması, İstanbul Üniversitesi Nadir Eserler Kütüphanesi Türkçe Yazmalar 9384 ve Süleymaniye Yazma Eser Kütüphanesi Fethi Sezai Türkmen Koleksiyonu 79 numarada kayıtlı müellif hattıyla yazılı nüshaların karşılaştırılmasıyla Eren Yavuz tarafından yeniden yayımlanmıştır (Tâhirü’l-Mevlevî 2019). Timurtaş’ın geniş incelemelerle birlikte eserin metnine yer verdiği iki makalesi bulunmaktadır (1949; 1964). Mustafa Güneş eseri günümüz Türkçesine aktarmış, Kenan Belkıs ise aynı çalışma içerisinde İngilizceye tercüme etmiştir (Güneş 2003). Eser üzerine yapılmış ilmî pek çok dil ve edebiyat çalışması mevcuttur (Güneş 2003; Özdemir 2010; Kılıç 2011; Aydemir 2013; Yılmaz 2016; Koçoğlu 2017; Kanar 2018; Işık 2019; Oğuzkan ve Kılıç 2020; Öztürk 2021 vd.).

Şairin biyografisi için bk. "Şeyhî, Yûsuf Sinâneddîn". Türk Edebiyatı İsimler Sözlüğü. http://teis.yesevi.edu.tr/madde-detay/seyhi-yusuf-sinaneddin  

Eserden Örnekler


Münâsebet-i Hikâyet

Bir eşek var idi za'îf ü nizâr

Yük elinden katı şikeste vü zâr


Gâh odunda vü gâh suda idi

Dün ü gün kahr ile kısuda idi


Ol kadar çeker idi yükler agır

Ki teninde tü komamışdı yagır


Nice tü kalmamışdı et ü deri

Yükler altında kana batdı deri


Eydür idi gören bu sûretlü

Tan degül mi yürür sünük çatlu


Dudagı sarkmış u düşmiş enek

Yorılur arkasına konsa sinek


Togranur idi arpa arpa teni

Gözi görince bir avuç samanı


Kargalar dirnegi kulagında

Sinegün seyri gözi yagında


Arkasından alınsa pâlânı

Sanki it artugıydı kalanı


Bir gün issi ider himâyet ana

Ya'nî kim gösterür inâyet ana


Aldı pâlânını vü saldı ota

Otlayurak biraz yüridi öte


Gördi otlakda yürür öküzler

Odlu gözler ü gerlü gögüzler


Sömürüp eyle yirler otlagı

Ki çekicek kılın tamar yagı


Boynuzı ba'zısınun ay bigi

Kiminün halka halka yay bigi


Bögrişüp çün virürler âvâze

Yankulanurdı tag u dervâze


Har-ı miskîn ider iken seyrân

Kaldı görüp sıgırları hayrân


Geh yürürler ferâgat ü hoş-dil

Gâh yayla vü kışla geh menzil


Ne yular derdi ne gam-ı pâlân

Ne yük altında haste vü nâlân


Acebe kalur u tefekkür ider

Kendü ahvâlini tasavvur ider


Ki birüz bunlarunla hilkatde

Elde ayakda şekl ü sûretde


Bunlarun başlarına tâc neden

Bizde bu fakr u ihtiyâc neden


Bizi gör arpa okı yay itdi

Bunlarun boynuzın kim ay itdi


Didi bu müşkilümi itmez hal

Meger ol bir falân har-i a'kal (Timurtaş 1971: 26-30)

Kaynakça


Aydemir, Özgür Kasım (2013). “Harnâme’nin Söz Dizimi Özellikleri”. Karadeniz Araştırmaları: Balkan, Kafkas, Doğu Avrupa ve Anadolu İncelemeleri Dergisi, 37 (10): 183-197.

Biltekin, Halit (2010). “Şeyhî”. İslâm Ansiklopedisi. C. 39. İstanbul: TDV Yay. 80-82.

Biltekin, Halit (2018). Şeyhî Dîvânı. Ankara: KTB Yay.

Canım, Rıdvan (2000). Latîfî – Tezkiretü’ş-Şu’arâ ve Tabsıratü’n-Nuzamâ (İnceleme - Metin). Ankara: AKM Yay.

Çelebioğlu, Âmil (2018). Türk Mesnevî Edebiyatı - Sultan İkinci Murad Devri. İstanbul: Dergâh Yay.

Çetin, Nihad M. (1972). “Arapça Birkaç Darb-ı Meselin ve Şeyhî’nin Har-nâme’sinde İşlediği Hikâyenin Menşei Hakkında”. Şarkiyat Mecmuası, (7): 227-243.

Demirtaş, Faruk Kadri (1949). “Harnâme”. İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Türk Dili ve Edebiyatı Dergisi,  3 (3-4): 369-387.

Genç, İlhan (2014). “I. Mehmet’e Sunulan Harname’de Kinaye Yoluyla Mutlak Eşitlik Eleştirisi”. Sultan Mehmed Çelebi ve Dönemi. (ed. F. Düvenci Karakoç). Bursa: Osmangazi Belediyesi Yay.

Güneş, Mustafa (2003). Zavallı Eşeğin Hikâyesi “The Story of the Poor Donkey”. Ankara: MEB Yay.

Işık, İsa (2019). “Harnâme’nin Yapı Unsurları ve Muhteva Bakımından İncelenmesi”. RumeliDE Dil ve Edebiyat Araştırmaları Dergisi, (16): 460-479.

İsen, Mustafa (1994). Künhü’l-Ahbâr’ın Tezkire Kısmı. Ankara: AKM Yay.

Kanar, Mehmet (2018). “Şeyhî’nin Harnâme’si Hakkında Bir Manzum Çeviri Denemesi”. Doğu Esintileri – İranoloji, Fars Dili ve Edebiyatı Araştırmaları Dergisi, (8): 1-58.

Kılıç, Filiz (2010). Âşık Çelebi – Meşâ’irü’ş-Şu’arâ (İnceleme - Metin). 3 C., İstanbul: İstanbul Araştırmaları Enstitüsü Yay.

Kılıç, Muzaffer (2011). “Divan Şiirinde Bir Hayvan Masalı: ‘Harname’”. Turkish Studies, 6 (3): 1967-1982.

Koçoğlu, Turgut (2017). “Harnâme’ye Hikmet Gözüyle Bakmak”. Turkish Studies, 12 (22): 499-510.

Köprülü, Mehmed Fuad (2006). Divan Edebiyatı Antolojisi. (hzl. A. Mermer). Ankara: Akçağ Yay.

Köprülüzâde Mehmed Fuad (1917). “Harnâme”. Yeni Mecmua, (13): 253-256.

Kut, Günay (1978). Heşt Bihişt - The Tezkire By Sehî Beg - An Analysis of the First Biographical work on Ottoman Poets with a Critical Edition based on Ms. Süleymaniye Library, Ayasofya, O. 3544. Harvard University: Harvard University Printing Office.

Kutluk, İbrahim (2014). Kınalı-zâde Hasan Çelebi - Tezkiretü’ş-Şu’arâ. 1. C. Ankara: TTK Yay.

Mengi, Mine (1977). “Harnâme Kime Sunulmuştur”. Ankara Üniversitesi Dil ve Tarih Coğrafya Fakültesi Türk Dili ve Edebiyatı Bölümü Türkoloji Dergisi, 7 (1): 79-81.

Oğuzkan, Sezer ve M. Kılıç (2020). “Şeyhî’nin Harnâme’sinde Yapı ve İzlek”. Ağrı İbrahim Çeçen Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Dergisi, 6 (2): 243-265.

Olgun, Tahir (1949). Germiyanlı Şeyhî ve Harnâmesi. Giresun: Yeşil Giresun Matbaası.

Özdemir, Mehmet (2010). “Harnâme’nin Tahkiye Dışındaki Bölümlerine Şekil ve Muhteva Açısından Bakış”. Uşak Üniversitesi Sosyal Bilimler Dergisi, 3 (1): 68-82.

Özdemir, Mehmet (2011). Şeyhî – Harnâme. İstanbul: Kapı Yay.

Özdemir, Mehmet (2017). Şeyhî – Harnâme. İstanbul: Kapı Yay.

Öztürk, Funda (2021). “Harnâme ile İlgili Yapılan Çalışmalar Üzerine Değerlendirme”. Recep Tayyip Erdoğan Üniversitesi Fen-Edebiyat Fakültesi Türk Dili ve Edebiyatı Dergisi (TÜRKDED), 1 (2): 166-183.

Tâhirü’l-Mevlevî (2019). Germiyanlı Şeyhî ve Harnâme’si. (hzl. E. Yavuz). İstanbul: Büyüyenay Yay.,

Timurtaş, Faruk Kadri (1964). “Şeyhî’nin Harnâmesi Üzerine Dil Araştırmaları”. Türk Kültürü Araştırmaları, 1 (2): 254-281.

Timurtaş, Faruk Kadri (1971). Şeyhî’nin Harnâme’si. İstanbul: Edebiyat Fakültesi Yay.

Timurtaş, Faruk Kadri (1981). Şeyhî’nin Harnâme’si. İstanbul: Edebiyat Fakültesi Yay.

Yılmaz, Kadriye (2016). “Klâsik Türk Edebiyatımızda Mizah: Harnâme-Şikâyetnâme Örneği”. Hikmet Akademik Edebiyat Dergisi - Mine Mengi Özel Sayısı, (5): 198-203.

Atıf Bilgileri


Kolbaş, Ozan. "HAR-NÂME (ŞEYHÎ)". Türk Edebiyatı Eserler Sözlüğü, http://tees.yesevi.edu.tr/madde-detay/har-name-seyhi. [Erişim Tarihi: 21 Kasım 2024].


Benzer Eserler

# Madde Yazar Madde Yazarı İşlem
1 DÎVÂN (ŞEYHÎ) Şeyhî, Yûsuf Sinâneddîn Prof. Dr. Müjgân Çakır
Görüntüle
2 HUSREV Ü ŞÎRÎN (ŞEYHÎ) Şeyhî, Yûsuf Sinâneddîn Prof. Dr. Ayşe YILDIZ
Görüntüle
3 CÂMASB-NÂME (ABDÎ) Abdî, Mûsâ Prof. Dr. Müjgân Çakır
Görüntüle
4 TERCÜME-İ KASÎDE-İ BÜRDE (ABDURRAHÎM) Abdurrahîm, Abdurrahîm Karahisârî, Şeyh Abdurrahîm Karahisârî, Abdurrahîmu’l-Karahisârî, Abdurrahîm Sultân, Abdurrahîm Mısırlı-zâde, Mısırlı-zâde, Mısrîoğlu, Mısrî Sultân Doç. Dr. Bünyamin Ayçiçeği
Görüntüle
5 RİSÂLE Fİ’L-MEBDE’İ VE’L-MA’ÂD (ABDURRAHÎM) Abdurrahîm, Abdurrahîm Karahisârî, Şeyh Abdurrahîm Karahisârî, Abdurrahîmu’l-Karahisârî, Abdurrahîm Sultân, Abdurrahîm Mısırlı-zâde, Mısırlı-zâde, Mısrîoğlu, Mısrî Sultân Öğretmen Ece Ceylan
Görüntüle
6 NEKÂVETÜ’L-EDVÂR (HÂCE ABDÜLAZÎZ) Abdülazîz, Abdülkâdir-zâde, Hâce Abdülazîz, Usta Abdülazîz Doç. Dr. Recep Uslu
Görüntüle
7 DÎVÂN (ADLÎ) Adlî, Sultân Bâyezîd-i Velî bin Fâtih Sultân Mehmed Prof. Dr. YAVUZ BAYRAM
Görüntüle
8 DÎVÂN-I TÜRKÎ (ADNÎ) Adnî, Mahmûd Paşa Dr. Öğr. Üyesi Hulusi Eren
Görüntüle
9 DÎVÂN-I FÂRİSÎ (ADNÎ) Adnî, Mahmûd Paşa Dr. Öğr. Üyesi Hulusi Eren
Görüntüle
10 DÎVÂN (ÂFİTÂBÎ) Âfitâbî Prof. Dr. Yunus KAPLAN
Görüntüle
11 DÎVÂN (ÂHÎ) Âhî, Benli Hasan, Dilsiz Dânişmend Doç. Dr. Osman Kufacı
Görüntüle
12 HÜSREV Ü ŞÎRÎN (ÂHÎ) Âhî, Benli Hasan, Dilsiz Dânişmend Prof. Dr. Mehmet Fatih Köksal
Görüntüle