ÇENG-NÂME (AHMED-İ DÂ'Î)
alegorik eser
Ahmed-i Dâ'î (d. ? - ö. 824/1421’ten sonra)

ISBN: 978-9944-237-87-1


Ahmed-i Dâ‘î'nin yazdığı mesnevi. Eserin yazılış tarihi "Eger târîh sorarsan şehr-i Şevvâl / Resûlün hicretinden iddet-i sâl // Sekiz yüz bir dahı sekkiz yılından / Bahârun i'tidâli evvelinden" beyitleriyle belirtilir (A. Tekin, 1992: 408). Buradan hareketle Çeng-nâme'nin 808/1405 yılında, bahar mevsiminin başlangıcında, Şevval ayında yani 11 Mart ile 8 Nisan arasında yazıldığı anlaşılır (A. Tekin, 1992: 69). Şair, Çeng-nâme (Mecmû‘atü’l-Letâyif)’nin Allah’a yakarış, münacat ve na‘t bölümlerinden sonra IV. bölümde Emir Süleymân bin Bâyezîd bin Murâd bin Orhan bin Osmân’ı metheder, “Der Medh-i Mehemmed Paşa” ve “Du‘â-yı Hudâvendigâr” bölümlerini takiben VII. bölümde Çeng-nâme’yi Emîr Süleymân’a sunduğunu belirtir: "Bu bir hoş dâsitândur nazma düzdüm / Me‘ânî bahrınun ka‘rında yüzdüm // Letâyifdür garaz ger dâsitândan / Velî medhün durur maksûdum andan (Alpay Tekin 1992: 323). “Sebeb-i Nazm-ı Kitâb” başlıklı VIII. bölümde şair, İran şairi Sa'dî’nin (ö. 1292) 70 beyitlik Çeng-nâme’sini Türkçeye çevirdiğini ve ona yaptığı eklemelerle 1446 beyitlik aynı adlı eserini yazdığını söyler. Çeng-nâme’yi yazışını şöyle anlatır: "Ki yitmiş beyt olaydı artuk eksük / Buyurmış Pârsîce hûb u nâzük // Benüm çün ülfetümdür Pârisîyle / Getürdüm Türkîye Hak yarısiyle // Dahı bunca letâyif dürlü esrâr / Sanâ‘at birle hem ebyât u eş‘âr // Kamusın nazm idüp kıldum ziyâde / Ki tâ ferzîn ola uşbu piyâde" (Alpay Tekin 1992: 327).

Çeng-nâme'nin takdim bölümünden sonra IX. bölümde ilkbahar, ilkbahardaki bir bahçe, bahçede eğlenen topluluk, kurulan eğlence meclisi ve bu mecliste çalınan musiki aletleri anlatılır. Ardından şairin gözü bu mecliste çalınan çenge takılır; çengin nağmeleri hüzün ve ıstırap doludur; bazen insanları neşelendiren şen şakrak nağmelerle herkesi neşelendirir; mutlu eder, bazen de kuş diline benzer bir dille sır dolu gizemli nağmeler dökülür tellerinden. Şair, çengin bu nağmelerini ve iniltili melodilerini şaşkınlık ve hayranlıkla dinler. XVI. bölüme kadar hikâye anlatma tekniğiyle anlatılan musiki meclisi ve çengin hikâyesi XVII. bölümden itibaren şair ile çengin karşılıklı konuşmaları şeklindeki bir üslupla anlatılmaya devam eder. Şair, çenge kim olduğunu, nereden geldiğini, böyle hem gamlı hem neşeli melodileri nasıl çıkarabildiğini, kuş dili gibi gizemli bir dille hangi sırları anlatmaya çalıştığını, çengin yapısındaki sırrın ne olduğunu sorar. Çeng de bu sorulara cevap verir: Çengin telleri Hz. Eyûb’un bedeninden kopup gelen ipek böceklerinden elde edilmiş ipektendir; çengin çanağının tahtası vatanı İrem bağı olan ve cennetteki Tûbâ ağacından elde edilmiştir; cennetteki bu ağacın ayağının altından akan su, ebedî hayat suyudur (âb-ı hayât), çengin çanağının üstüne gerilen deri İrem bağında yaşayan ahunun derisindendir. Çengin perdeleri ise İrem bağında, daha kainat yaratılmadan yaşayan ilk atlardan alınmıştır. Bu atlar ruhlar âleminde (bezm-i elest) Tanrı’yla beraber olan ve henüz kaynağından ayrılmamış atlardır. Bu dört farklı unsurun hepsi ayrı ayrı diyarlardan gelmişlerdir; ama hepsi çengde birleşmiş, bir olmuşlardır. Bu vasıflarıyla çeng, aslî vatanından ayrılmış, kendi isteğinin dışında bu dünyaya gönderilmiş insanı temsil etmektedir. Hem çeng hem insan bu dünyada geldikleri yere, asıl vatanlarına kavuşmak istemektedirler. İnsan da çeng de Tûbâ ağacının, ahunun ve Hz. Eyûb’un bulunduğu cennete ve atların daha kainat oluşmadan bulunduğu ruhlar meclisine, yani onların ilk vatanları olan kaynağa ulaşmak arzusuyla ağlayıp inlemektedirler. Çeng ile insan arasındaki ortak özellikler ise şöyle sıralanabilir: Çengin çanağı tahta, insanın vücudunu, maddesini; çanağın üstüne gerilmiş ahu derisi insan suretini, endamının güzelliğini; çengin melodilerini meydana getiren ipek teller insanın konuşma yeteneğini; çengin perdeleri de insanın düşünme gücünü, akıl yürütme yetisini, iradesini dile getirir (Alpay Tekin, 1992: 401-402, b. 1316-1319). Burada çengin perdelerinin kaynağı, yaratılış öncesindeki atlar dolayısıyla yaratılıştaki ilk kademe olan akl-ı evvele de işaret etmektedir. Yani insanın beden dediğimiz maddeye bürünmesinden önceki ruhu ve aklının, kainat yaratılmadan ruhlar meclisinde bulunduğu da sembolik bir ifadeyle belirtilmiştir. Ayrıca eserde insanın dört unsurdan “anâsır-ı erba‘a” ile vücut bulduğuna, var olduğuna işaret edilmektedir. Dolayısıyla insanın maddesi yani vücudu, toprağı; insanın güzelliği ve tazeliği, suyu; insan isteklerinin ve arzularının bütünü, havayı; insanın akıl ve düşüncesi ise akl-ı evvel, nûr-ı Muhammedîyle ilgili olup ışık ve ateşi temsil etmektedir (Alpay Tekin 1992: 91, n. 59). Böylece eserde insanın hem maddî hem manevî varlığı çeng ile temsil edilmiştir. Bu öyle bir insandır ki bulunduğu yere, dünyaya atılmıştır; ve geldiği yeri özlemekte, oraya gitmeyi arzulamaktadır. Şu beyit bu durumu şöyle anlatır: "Kişi kim ayrılur kendü ilinden / Gidermez zikrini dâyim dilinden" (Alpay Tekin 1992: 402). Bu insan, aslından ayrılmış garip bir insandır. Geldiği bu yerde tutsak gibidir. Bu dünyada bulunmaya mecbur tutulmuştur. İşte çengin can elinden bir haber olan bu ızdırap ve feryatları, iniltileri o kadar büyüleyicidir ki onu her türlü mecliste her türlü insan dinler, o bütün sultanları, beyleri, dünya halkını, ârif, rind, kallâş, zevk ehli ve tarihat ehli yani herkesi cezbetmiştir; fakat kendisi onlardan farklıdır. Bütün aşk ehli (âşıklar) dertlerine çareyi onda bulurlar, çengin yapısı ilâhî aşkla dolu âşıkla aynıdır, yani çengin sırrı aşktır. Çeng gibi insanın yapısında da aşk, özlem ve ızdırap vardır; insan ister maddî aşk ile ister ilâhî aşk ile dolu olsun, bu iki türlü insan da çengi dinler, onun melodileriyle kendinden geçer, kendini onunla özdeşleştirir. Ahmed-i Dâ‘î, bir taraftan çeng ile insan anlayışını anlatırken, diğer taraftan insanın geldiği yere bir daha geri dönemeyeceğini bilen insanın bu dünyadaki kimsesizliğini, yalnızlığını, hüznünü ve ızdırabını, geldikleri yere duydukları aşkı en derinden duyan insanın şair, musıki aletleri içinde de çeng olduğunu eserin son kısmında belirtir; çeng ve şair âdeta birbiriyle özdeşleşmiştir; onlar zaman zaman insanları neşelendirirler; zaman zaman da hüzün ve ıstırapla ağlatırlar; çünkü onlar gayelerine, yani kendi aşklarının kaynağına hiçbir şekilde ulaşamayacaklarını bilirler. Bu beyitte anlatıldığı gibi: "Kimesne hall idemez müşkilümüz / Aceb bülbül ki açılmaz gülümüz (Alpay Tekin 1992: 406). 

Ahmed-i Dâ‘î, eserin birinci bölümünde çengin fiziksel yapısı ve musiki aletleri içinde en etkilisi olduğunu anlatırken kendi insan anlayışını da çeng sembolünü kullanarak belirtir. Şair, aynı zamanda çengin, dolayısıyla insanın da bu dünyaya başka bir yerden geldiğini, bu yüzden insanın bu dünyada garip ve yabancı olduğunu, geldikleri yere, ilk kaynaklarına kavuşmak için bu dünyada umutsuzca çırpındıklarını anlatır. Çeng-nâme’nin ikinci bölümünde ise çengin Orta Çağ’a hatta bugüne uzanan serüveni üzerinde durmaktadır. Nitekim eski çağda Mezopotamya’da Sümer, Akad, eski ve yeni Babil krallıkları ve Asur devleti dönemlerinde ilkbahar festivalleri, kutsal evlilik törenlerinde daima çengin önemli bir yeri olduğu, bu geleneklerin daha sonraki yüzyıllarda İran’a, Fenike’ye, İsrail’e (Yahudilere), Anadolu’ya, Mısır’a, Anadolu ve Kıbrıs yoluyla Yunanistan’a, Roma İmparatorluğu zamanında Avrupa ve İngiltere’ye ulaşan bu eski geleneklerin yeni adlar, yeni hikâyeler şeklinde, büyük değişmelere uğrayarak yayıldıklarını, bugün bile Hristiyanlıkta, Musevîlikte ve İslâmiyet'te izlerini sürdürdüklerini görüyoruz. Bu konuda pek çok eserin yanı sıra S. Langdon, H. Frankfort, T. Jacobson, S. N. Kramer, J. G. Frazer’in eserlerinden faydalanılmıştır.

Çeng-nâme, Gönül Alpay Tekin tarafından 1992 yılında yayımlanmıştır. Talha Dilben (2019), Muhammet Nalbat (2020) ve M. Fatih Köksal (2021) gibi araştırmacılar ise kaleme aldıkları makalelerle eserin yeni nüshalarına dair bilgiler vermiştir. M. Fatih Köksal, makalesinde, mesnevide övülen vezirin Mehemmed Paşa değil Alî Paşa olduğunu söylemiş ve eserin isminin de Uşşâk-nâme olması gerektiğini belirtmiştir (Köksal 2021: 928-932). "Ancak Ahmed-i Dâ'î, çengin sergüzeşti ile âşık insanların da sergüzeştini dile getirdiğini açıklamak gayesiyle Çeng-nâme'nin sonunda eserine aynı zamanda Uşşâk-nâme adını da vermiş olabilir." (Alpay Tekin 1992: 69).

Şairin biyografisi için bk. "Ahmed-i Dâ’î". Türk Edebiyatı İsimler Sözlüğü. http://teis.yesevi.edu.tr/madde-detay/ahmedi-dai  

Eserden Örnekler


Cevâb-ı Dıraht-ı Serv

Hüseynî perdesin âheng idüp sâz

Agaç hem perdeden keşf eyledi râz


Eyitdi ben dahı bir serv-i âzâd

İdüm bâg-ı İremde hurrem ü şâd


Benüm çevremde gül-zâr u gülistân

Benefşe lâle vü nesrîn ü reyhân


Bana cennetde Tûbâ dirler idi

Dıraht-ı nahl-i zîbâ dirler idi


Benüm sahnumda envâ‘-ı reyâhîn

Bana müştâk idi cümle selâtîn


Döşenmiş altuma nat‘-ı zeberced

Yazılmış yapragumda levh-i ebced


Mutarrâ yapragum berg-i semenden

Mürekkeb topragum müşg-i Hutenden


Münakkaşdur hayâlüm cân içinde

Ayagum çeşme-i hayvân içinde


Şakâyık cümlesi etfâlüm idi

İrem servi benüm bir talum idi


Hayâlüm bendesiydi serv-i âzâd

Boyuma baş egerdi şâh-ı şimşâd


Ayagum mefreşi dürlü çiçekden

Başum üstine ay iner felekden


Kaçan olsayidi fasl-ı bahârî

Düzedüm bü’l-aceb nakş u nigârı


Güneşden başum üzre tâc olurdı

Uçar kuşdan hayâlüm bâc alurdı


Murassa‘ tonlarum vâlâyidi hep

Mutarraz hil‘atüm dîbâyidi hep


Hırâmân kâmetüm serv-i sanavber

Görürse reşk iderdi şâh-ı ar‘ar (Alpay Tekin 1992: 381-382)

Kaynakça


Alpay Tekin, Gönül (1992). Çengnâme, Ahmed-i Dâ’î (Critical Edition and Textual Analysis). Sources of Oriental Languages and Literatures 16. Cambridge, Mass.: Harvard University.

Dilben, Talha (2019). “Eski Anadolu Türkçesi Eserlerinden Çengnâme’nin Yeni Bir Nüshası ve Nüsha Farkları”. OĞUZTAD Oğuz Türkçesi Araştırmaları Dergisi, (1): 48-107.

Köksal, M. Fatih (2021). “Ahmed-i Dâî’nin Çeng-nâme’sinin (‘Uşşâk-nâme) Yeni Bir Nüshası ve Nüsha Farkları”. Prof. Dr. Vahit Türk Armağanı. (ed. A. İ. Öbek, Y. Topaloğlu, N. Dinler, Ç. Özdarendeli, S. Çetin). İstanbul: Kesit Yay. 911-933.

Nalbat, Muhammet (2020). “Çeng-nâme’nin Yeni Bir Nüshası Münasebetiyle”. Turkish Studies, 15 (4): 1977-1992.

Atıf Bilgileri


Alpay Tekin, Gönül. "ÇENG-NÂME (AHMED-İ DÂ'Î)". Türk Edebiyatı Eserler Sözlüğü, http://tees.yesevi.edu.tr/madde-detay/ceng-name-ahmed-i-da-i. [Erişim Tarihi: 25 Nisan 2025].


Benzer Eserler

# Madde Yazar Madde Yazarı İşlem
1 DÎVÂN-I TÜRKÎ (AHMED-İ DÂ’Î) Ahmed-i Dâ’î Dr. Öğr. Üyesi Ozan Kolbaş
Görüntüle
2 DÎVÂN-I FÂRİSÎ (AHMED-İ DÂ’Î) Ahmed-i Dâ’î Dr. Öğr. Üyesi ASLI AYTAÇ
Görüntüle
3 VASİYYET-İ NÛŞİREVÂN-I ÂDİL BE-PUSEREŞ HÜRMÜZ-İ TÂCDÂR / VASİYYET-İ NÛŞİREVÂN (AHMED-İ DÂ’Î) Ahmed-i Dâ’î Prof. Dr. Emine Yeniterzi
Görüntüle
4 UKÛDÜ’L-CEVÂHİR (AHMED-İ DÂ'Î) Ahmed-i Dâ’î Araş. Gör. Uğur Altundaş
Görüntüle
5 CÂMASB-NÂME (AHMED-İ DÂ'Î) Ahmed-i Dâ'î Prof. Dr. Müjgân Çakır
Görüntüle
6 ENFESÜ'L-CEVÂHİR / TERCÜME-İ TEFSÎR-İ EBU’L-LEYS SEMERKANDÎ (EBU’L-FAZL MÛSÂ BİN HÂCI HÜSEYN EL-İZNİKÎ) Ebu’l-Fazl Mûsâ bin Hâcı Hüseyn el-İznikî Prof. Dr. Sadık Yazar
Görüntüle
7 TERCÜME-İ KİTÂBÜ’T-TA’BÎR-NÂME (AHMED-İ DÂ’Î) Ahmed-i Dâ’î Prof. Dr. Sadık Yazar
Görüntüle
8 VESÎLETÜ’L-MÜLÛK Lİ-EHLİ’S-SÜLÛK VE TEFSÎRÜ’L-KUR’ÂN / VESÎLETÜ’L-MÜLÛK (AHMED-İ DÂ’Î) Ahmed-i Dâ’î Dr. Öğr. Üyesi Ali ŞEYLAN
Görüntüle
9 MİFTÂHÜ’L-CENNE(T) (AHMED-İ DÂ’Î) Ahmed-i Dâ’î Dr. Öğr. Üyesi Ali ŞEYLAN
Görüntüle
10 TERCÜME-İ TEZKİRETÜ’L-EVLİYÂ (AHMED-İ DÂ’Î ?) Ahmed-i Dâ’î Prof. Dr. Sadık Yazar
Görüntüle
11 TERCÜME-İ EŞKÂL-İ NÂSIR-I TÛSÎ / TERCÜME-İ SÎ FASL Fİ’T-TAKVÎM (AHMED-İ DÂ’Î) Ahmed-i Dâ’î Dr. Öğr. Üyesi Ali ŞEYLAN
Görüntüle
12 TERCÜME-İ TIBB-I NEBEVÎ / EŞ-ŞİFÂ FÎ-EHÂDÎSİ’L-MUSTAFÂ (AHMED-İ DÂ’Î) Ahmed-i Dâ’î Dr. Öğr. Üyesi Ali ŞEYLAN
Görüntüle
13 TERESSÜL (AHMED-İ DÂ’Î) Ahmed-i Dâ’î Doç. Dr. Hasan Gültekin
Görüntüle
14 MÜFREDÂT (AHMED-İ DÂ’Î) Ahmed-i Dâ’î Dr. Öğr. Üyesi Ali ŞEYLAN
Görüntüle
15 DÂSTÂN-I MANSÛR, MANSÛR-NÂME (AHMEDÎ) Ahmedî, Ahmedî-i Tebrîzî, Tebrîzli Ahmedî Prof. Dr. Orhan Kemal Tavukçu
Görüntüle
16 CÂMASB-NÂME (ABDÎ) Abdî, Mûsâ Prof. Dr. Müjgân Çakır
Görüntüle
17 TERCÜME-İ KASÎDE-İ BÜRDE (ABDURRAHÎM) Abdurrahîm, Abdurrahîm Karahisârî, Şeyh Abdurrahîm Karahisârî, Abdurrahîmu’l-Karahisârî, Abdurrahîm Sultân, Abdurrahîm Mısırlı-zâde, Mısırlı-zâde, Mısrîoğlu, Mısrî Sultân Doç. Dr. Bünyamin Ayçiçeği
Görüntüle
18 RİSÂLE Fİ’L-MEBDE’İ VE’L-MA’ÂD (ABDURRAHÎM) Abdurrahîm, Abdurrahîm Karahisârî, Şeyh Abdurrahîm Karahisârî, Abdurrahîmu’l-Karahisârî, Abdurrahîm Sultân, Abdurrahîm Mısırlı-zâde, Mısırlı-zâde, Mısrîoğlu, Mısrî Sultân Öğretmen Ece Ceylan
Görüntüle
19 NEKÂVETÜ’L-EDVÂR (HÂCE ABDÜLAZÎZ) Abdülazîz, Abdülkâdir-zâde, Hâce Abdülazîz, Usta Abdülazîz Doç. Dr. Recep Uslu
Görüntüle
20 DÎVÂN (ADLÎ) Adlî, Sultân Bâyezîd-i Velî bin Fâtih Sultân Mehmed Prof. Dr. YAVUZ BAYRAM
Görüntüle
21 DÎVÂN-I TÜRKÎ (ADNÎ) Adnî, Mahmûd Paşa Dr. Öğr. Üyesi Hulusi Eren
Görüntüle
22 DÎVÂN-I FÂRİSÎ (ADNÎ) Adnî, Mahmûd Paşa Dr. Öğr. Üyesi Hulusi Eren
Görüntüle
23 DÎVÂN (ÂFİTÂBÎ) Âfitâbî Prof. Dr. Yunus KAPLAN
Görüntüle
24 DÎVÂN (ÂHÎ) Âhî, Benli Hasan, Dilsiz Dânişmend Doç. Dr. Osman Kufacı
Görüntüle
25 HÜSREV Ü ŞÎRÎN (ÂHÎ) Âhî, Benli Hasan, Dilsiz Dânişmend Prof. Dr. Mehmet Fatih Köksal
Görüntüle