- Yazar Biyografisi (TEİS)
Emin Nihat - Madde Yazarı: Araş. Gör. Saliha TUNÇ
- Eser Yazılış Tarihi:1288-1292/1871-1875
- Yazıldığı Saha:Anadolu-Osmanlı
- Edebiyat Alanı:Yenileşme Dönemi Türk Edebiyatı
- Dönemi:19. Yüzyıl
- Dili:Türkçe
- Alfabesi:Arap
- Yapısı:Mensur
- Niteliği:Telif
- Türü/Formu:Hikâye (Öykü)
- Yayın Tarihi:12/10/2022
MÜSAMERETNAME (EMİN NİHAT)
hikâyelerEmin Nihat (d. 19 Aralık1838 - ö. ?)
ISBN: 978-9944-237-87-1
Emin Nihad Bey’in uzun hikâye türünde kaleme aldığı eseri. On iki cüzde toplanan yedi anlatıdan oluşan Müsameretname’nin kelime anlamı “gece sohbetleri”dir. Birinci cüzün sonunda eserin beş ciltte yer alacak on hikâyeden ibaret olduğu kaydedilse de on ikinci cüzün sonunda bulunan "İntiha-yı Müsameretname - Hatime" bölümünde yazar, hikayelerini anlatacaklarını söyleyen bazı zatların sözlerinde durmadıklarını belirtir. Modern Türk hikâyesinin tema, teknik ve yapı özellikleriyle dikkate değer ilk numunelerinden olan eser, Türk edebiyatında çerçeve anlatı türünün de ilk örneklerindendir. İç içe geçmiş birden fazla olay örgüsünü ihtiva eden yapısıyla Doğu ve Batı’da Binbir Gece Masalları, Tûti-nâme, Canterbury Hikâyeleri, Decameron gibi örnekleri bulunan anlatı geleneğinin devamı niteliğindeki eser, sözlü kültür ürünlerinin ve topluluk önünde anlatılan meddah hikâyelerinin etkisini de yansıtır. Ahmet Hamdi Tanpınar, bir arkadaş meclisinde şahsi macera veya bir vaka anlatmanın Doğu ve Batı’da mevcut, köklü bir gelenek olduğunu vurgulayarak Müsameretname’nin de bu anlatı biçiminin bir devamı olduğunu ifade eder. Gonca Gökalp ise eserin, çerçeve anlatı tekniğinin kullanımı ile Doğu’nun, olay örgülerindeki hâkim kurguların halk hikâyeleriyle benzerliği açısından Türk sözlü kültürünün ve dönemin güncel sorunlarını eleştirel, yeni bir yaklaşımla ele alması açısından Batı’nın bir terkibi olduğunu açıklar. Eser, Tanzimat Dönemi Türk romanının ana temlerinden olan esaret, gayrimüslim kadınlarla ilişki kurma ve Beyoğlu hayatının ilk örneklerinden olması nedeniyle de Türk edebiyatında önemli bir yere sahiptir.
En kısası 54, en uzunu ise 210 sayfa hacminde olan hikâyeler sırasıyla; “Binbaşı Rifat Bey’in Sergüzeşti”(I. cüz, 1288), “Kapı Kethüdâsı Behcet Efendi ile Makbule Hanım’ın Sergüzeşti” (II ve III. cüzler, 1289), “Bir Osmanlı Kaptanının Bir İngiliz Kızıyla Vuku Bulan Sergüzeşti” (IV. Cüz, 1289), “Gerdanlık Hikâyesi” (V. cüz, 1290), “Vasfi Bey ile Mukaddes Hanım’ın Sergüzeşti” (VI ve VII. cüzler, 1290), “Faik Bey ile Nûr-ı Dil Hanım’ın Sergüzeşti” (VIII ve IX. cüzler, 1292) ve “İhsan Hanım yahut Atiye Hanım’la Uşşâkının Sergüzeşti (X ve XII. cüzler)” başlıklarını taşır. Eserin ilk cüzünün son kısmında bulunan notta hikâyeler “fıkra” kelimesiyle tanımlanmıştır. Sabahattin Çağın’ın da bildirdiği gibi, I. cüzde yer alan “Binbaşı Rifat Bey’in Sergüzeşti”nin, eserin Osmanlı Türkçesi ile tab’ olunan ilk nüshasında başlıksız olup “Binbaşı Rifat Bey sergüzeştini şu vechle averde-i mevki-i beyan eyledi ki” ifadesi ile başlaması nedeniyle bu başlıkla anılır. “Binbaşı Rifat Bey’in Sergüzeşti” ve “Bir Osmanlı Kaptanının Bir İngiliz Kızıyla Vuku Bulan Sergüzeşti”nde Osmanlı ve Batı toplumları din, kültür, ahlak gibi pek çok cihetten karşılaştırılır. Orhan Okay, iki hikâyenin de Tanzimat’tan günümüze kadar Türk romanının temel konularından biri olan “farklı iki kültür ve medeniyetin çatışmalarına ilk örnek teşkil etmeleri bakımından” önem taşıdıklarını ifade eder.
Hikâye kişileri anlatı zamanında arkadaş meclisinin toplandığı bir kapalı mekânda bulunurlarken nakledilen olayların geçtiği mekânlar geniş bir coğrafyayı kapsar; Bosna, Girit, Edirne, Sofya, Kafkasya, İngiltere, Hindistan, Fransa ve pek çok semtiyle İstanbul; kültür, inanç, gündelik hayat gibi farklı cepheleriyle yansıtılır. Sade bir üsluba sahip olan eserin diline yer yer seci, terkip ve söz sanatları hâkimdir. Eserin başında, bir arkadaş topluluğunun kış gecelerinin toplanmaya müsait oluşu nedeniyle her akşam bir mahalde toplanıp hoşça vakit geçirmek için bir şeyler okudukları ve gençliklerinde başlarından geçen bir olayı anlatmaya karar verdikleri açıklanır. Her hikâye sonunda, anlatılanların dinleyiciler üzerindeki tesiri belirtilir ve bir sonraki hikâyenin başlangıcında anlatıcıyla ilgili birkaç cümleye yer verilir. Girişte ve hikâye sonlarında yer alan açıklamalar anlatının çerçevesini oluşturur.
Dost meclisinde gençlik anılarının anlatılmasının kararlaştırıldığı ilk gece, Paşazade Binbaşı Rıfat Bey kendi sergüzeştini anlatır. Ahmet Hamdi Tanpınar, bu hikâyeyi o zamanlar toplumda, aile kurumuna zarar veren bir soruna dönüşen Beyoğlu hayatına bağlar. Doğu ve Batı kültürleri arasındaki farkın vurgulandığı hikâye, Tanzimat romanlarında ön plana çıkan misyonerlik faaliyetlerinin de ilk örneklerindendir. Birkaç yıl önce bir pazar günü tek başına Boğaziçi’ne giden Rıfat Bey, vapurda tanıştığı kibar bir Fransız ile sohbet eder, adamın Büyükdere’deki evine davet edilir. Her ne kadar daveti geri çevirmek istese de gitmeye mecbur olur. İki kızı ile Fransa’dan gelip İstanbul’a yerleşen adam, yaz aylarında Boğaziçi’nde kış aylarında ise Beyoğlu’nda ikamet etmektedir. Sohbet arasında Osmanlıların takdir ettiği yönlerinden bahsederken Hristiyanlığın da faydasız olmadığı, İslamiyet ile benzeştiğine dair görüşlerini bildirse de Rıfat Bey konuya ehemmiyet vermez. Misafir olarak gittiği evde kısa bir süre sonra iki genç kızı ile yalnız bırakılan Rıfat Bey, genç kızların küçüğü tarafından baştan çıkarılır. Birlikte olmalarının tek şartının Hristiyanlık dinini kabul etmesi olduğunu söyleyen genç kızı reddeden Rıfat Bey, evi terk eder. Hikâyenin sonunda "fi 7 Temmuz 1288/19 Temmuz 1872" tarihi bulunmaktadır.
“Kapı Kethüdâsı Behcet Efendi ile Makbule Hanım’ın Sergüzeşti", mesnevilerde görülen klasik aşk hikayelerine benzer bir kurguya sahiptir. Eserde evlilik merasimlerini gerçekleştirmek için ailelerin katı bir tutumla bağlı kaldıkları birtakım maddi isteklerin yarattığı güçlükler ve Tanzimat Fermanı ile yapılan düzenlemelerden önce geniş yetkilere sahip olan valilerin toplum üzerindeki geniş otoritelerinin olumsuz etkileri tenkit edilir. Asmaaltı tüccarlarından Giritli Haşim Ağa’nın oğlu Behçet Efendi on üç yaşındayken mektepte tanıyıp bizzat kendisinin eğittiği Makbule Hanım’a âşık olur. Delikanlı ile genç kız arasında zamanla oluşan muhabbet, mektep hocası ve kalfalar tarafından sekteye uğratılır. Makbule Hanım on dört yaşına geldiğinde mektepten ayrılır, Behçet Efendi ise ticarete atılır. Haşim Ağa, sevdiğinden ayrı düşen Behçet Efendi’yi Makbule Hanım’la evlendirmeyi arzular. Nişan kısa sürede yapılsa da kız tarafının evliliğin gerçekleşmesi için istedikleri şartlar nedeniyle Behçet Efendi’ye iki sene müddet verilir. Tüm kazanç sağlandığı, nikâh hazırlıklarının yapıldığı sırada Haşim Ağa vefat eder. Kazancını borçlulara taksim eden Behçet Efendi, Makbule Hanım’ın ailesinin isteklerini yerine getirmek için amcasının oğlu ile Girit’e çalışmaya gider. Annesinin mektupları vasıtasıyla nişanlısından haber aldığı iki senenin sonunda, İstanbul’a döndüğünde Makbule Hanım’ın başkasıyla evlendirildiğini öğrenir. Bu duruma katlanamayan Behçet Efendi memleketi terk eder; bir müddet Rumeli’nin farklı bölgelerinde çalışır. Annesinden aldığı bir mektupta Makbule Hanım’ın eşinden ayrıldığını öğrenince İstanbul’a dönmek istese de şartlar imkân vermez. Annesine Makbule Hanım’ı kendisiyle nişanlamasını yazar fakat annesinin ölüm haberini alır. Sevdiği kadına kavuşmak isteyen Behçet Efendi, kendisini kızıyla evlendirmek isteyen Bosna gümrükçüsünün ısrarlarına dayanamaz, Makbule Hanım'ı görmek için İstanbul’a kaçar fakat vali paşanın emri ile tutuklatılır. Behçet Efendi’yi yanında alıkoymak isteyen valinin kararına kanunlar gereği karşı gelemeyeceğini bildiği için Bosna’da kalır. Bosna’ya gelen Makbule Hanım’ın güzelliğine hayran olan vali hem entrikalarla çifti ayırır hem de Makbule Hanım’ın ölümüne neden olur. Hikâyenin sonunda artık hayatta olmayan Behçet Efendi'nin bir mecliste niçin yetmiş yaşına kadar kimseyle evlenmediği sorusuna dair yaptığı açıklamaya yer verilir.
“Bir Osmanlı Kaptanının Bir İngiliz Kızıyla Vuku Bulan Sergüzeşti”nde Doğu ve Batı toplumları arasındaki çatışma; ırk, kültür, medeniyet ve değerler açısından yansıtılır. Ahmet Hamdi Tanpınar’a göre bu hikâyede örf ayrılığının yansıtılması, dış âlem tasvirlerinin, kişilerin özellikleri ve portrelerin anlatılması Türk edebiyatında yeni bir başlangıç sayılabilir. Nacid Bey, Bahriye Mektebi’ni tamamlaması için devlet tarafından altı yıllık eğitim süresi verilerek İngiltere’ye gönderilir. Viktorya adında bir firkateyne mühendis olarak alınan genç, hem İngilizce öğrenmek hem de alanında eğitim görmek için Mister Havel adında bir öğretmenden ders görür. Nacid Bey’in edebiyat derslerini ise Mister Havel’in kızı Elizabeth verir. Bu dersler esnasında iki genç arasında başlayan yakınlaşma aşk derecesine ulaşır. Çift evlendikten sonra Nacid Bey’in eğitim süresi biter; vatan hizmetine geri dönmesi gerektiği bildirilir. O sırada dört aylık hamile olan Elizabeth, Nacid Bey’in İstanbul’a dönüşünden sonra çocuğunu dünyaya getirir. Adı Hanry koyulan oğlunun sadece yedi gün yaşadığını ve Protestan mezarlığına gömüldüğünü öğrenen Nacid Bey, bu durumu kabullenemez. Kültür farklılıkları nedeniyle gayrimüslim kadınlara eleştirel yaklaşan annesine de hak vererek Elizabeth ile olan münasebetini keser. Hikâyede, İngilizlerin Osmanlı toplumuna bakış açılarının menfiliği de tenkit edilir.
“Gerdanlık Hikâyesi”, Alexandre Dumas’nın Kraliçenin Gerdanlığı adlı romanının bir özeti niteliğindedir. Hamparsun Ağa, anlatılabilecek kayda değer bir sergüzeşti olmasa da dostlarına Gerdanlık Hikâyesi tercümesini okur. Bu eserin “Mecmua-i Kıtaat-ı Tevarih” adında, “Türkîü’l-ibâre ve Ermeniü’l hurûf” olduğu belirtilir. “Mecmua-i Kıtaat-ı Tevarih Gerdanlık Hikâyesi” başlığında Fransa’nın ekonomik çöküşü ve gerdanlığın yapılışı anlatılır. Olay, XVI. Lui zamanında Fransa’da geçer. Fransa inkıraz dönemindedir; kıtlık nedeniyle sarayın hazineleri dahi boşalmıştır. Kraliçe, kişisel harcamalarından tasarruf etmek için pahalı ziynetler edinmekten vazgeçer. Sarayın kuyumcubaşısı Bohemr, o zamana kadar sakladığı tüm kıymetli elmaslardan kraliçenin itiraz edemeyeceği bir gerdanlık yapsa da mücevherin maliyetinin yüksekliği ve kraliçenin tutumu nedeniyle gerdanlığı satamaz. Pek çok ülkeye gönderilen mücevheri pahası nedeniyle hiç kimse satın almak istemez. “İptida-yı Hikâye” kısmında ise saray çevresindeki kişiler tanıtılır. Kardinal Ruhan, Fransa’nın kraliyet ailesinden sonra en nüfuzlu soylulardandır. Sarayda itibarı ve yeri olan Ruhan, Kraliçe Mari Antuanet’in kendisini sevmediğini bilmektedir. Madam dö Lamot, çevrede soylu olarak tanınan dolandırıcı güruhtandır. Kralın himayesinde bir sihirbaz olan Kont Kalistro, eşi Madam Lornca ile birlikte kibar meclislerinde bulunur. Çiftle yakınlık kuran Madam dö Lamot, Madam Lornca’yı bir başka erkekle görür ve bu durumu ifşa etme tehdidiyle genç kadına her istediğini yaptırmaya çalışır. Madamın sırrını saklama sözüne karşılık Kont Kalistro’yu kullanarak Kardinal Ruhan’a yakınlaşır. Bir entrikayla Ruhan’a paha biçilemez gerdanlığı Madam dö Lamot’a hediye ederse istediği itibara ulaşacağını söyler, asıl hedefi ise gerdanlığa sahip olmaktır. Kurduğu düzenek kısa sürede anlaşılınca cezaya çarptırılır.
“Vasfi Bey ile Mukaddes Hanım’ın Sergüzeşti”, bir aşk hikâyesidir. Çağın, hikâyenin mesnevilerde görülen klasik aşk kurgusu açısından hem “Kapı Kethüdâsı Behcet Efendi ile Makbule Hanım’ın Sergüzeşti" hem de Taaşşuk-ı Talat ve Fıtnat ile paralellik gösterdiğini bildirir. On üç yaşında Aksaray Rüştiye Mektebi’ne devam eden Vasfi Bey, rika dersi aldığı Mesut Efendi’nin evinde Mukaddes Hanım ile tanışır. Vasfi Bey, iki yıl sonra bir kaleme çırak olarak girer, Mukaddes Hanım da on dört yaşına ulaştığı için tahsili bırakır. Üç yıl sonra Kağıthane gezisinde karşılaşan çift, birbirlerini tanırlar. Vasfi Bey genç kızın güzelliğine hayran olur; tekrar ona rastlamak için günlerce Kağıthane’de dolaşır. Geceleri uyuyamaz ve bazı günlerin sabahında kaleme giderken Mukaddes Hanım’ın konağının önünden geçer. Genç kızın lalası Tahir Ağa’yla konuşmak istese de onun kendisini anlamayacağına hükmeder. Duygularını kimseyle paylaşamamaktan mustarip olarak konağın kölesi Hüsrev ile konuşur. Hüsrev’in aracılığıyla genç kız ile iletişime geçer. Annesinin ölümünden sonra, babası Vasfi Bey’i amcasının kızı ile evlendirmek ister. Oğlunun Mukaddes Hanım ile münasebetini öğrendiğinde ise bu ilişkiyi hoş karşılamaz; eğer Mukaddes Hanım ile evlenecekse oğlunu desteklemeyeceğini söyler. Baba-oğul çatışması vasıtasıyla toplumun birbirlerini seven gençlere menfi bakış açısı tenkit edilir. Mukaddes Hanım ve Vasfi Bey ailelerinin haberi olmadan nişanlanırlar. Genç kız babasının tayini nedeniyle Trabzon’a gider. Vasfi Bey’e aracı olduğu için evden kovulan Hüsrev de kendini Mukaddes Hanım’ın babasının yanına aldırır. Hüsrev, Vasfi Bey ile Mukaddes Hanım’ın mektuplaşmalarında aracı olsa da bir süre sonra genç kıza âşık olur. Vasfi Bey’e genç kızın ölüm haberini, kendisinin de Çerkezistan’a geri döneceğini bildirdiği gibi genç kıza da Vasfi Bey’in öldüğün söyler. Sevgilisinin ölümünden sonra hayata küsüp herkesle iletişimini kesen Vasfi Bey, bir Mevlevî dervişi olan Lütfü Dede ile dost olur. Onun hayat tecrübeleri ve yol göstericiliğinden faydalanarak yaşamını ölen sevgili için feda etme arzusundan kurtulur. Mukaddes Hanım ise Vasfi Bey’in ölüm haberi üzerine hastalanır ve babasının arzusuyla Trabzon’da evlendirilir. İstanbul’a döndüklerinde Vasfi Bey’in ölmediğini anlar. Bir araya gelen çift, Mukaddes Hanım boşandıktan sonra birbirlerine kavuşur.
“Faik Bey ile Nûr-ı Dil Hanım’ın Sergüzeşti”nde esaret teması ön plana çıkar. Yazar, satılmak için zorla ailelerinden ayrılan esirlerin dramını eleştirel bir bakış açısıyla yansıtırken Osmanlı topraklarında esir olmanın iyi yönlerini vurgular. Şakir Bey dikkate değer bir sergüzeşti olmadığı için ibretli bir vakayı nakleder. Kabartay, henüz on iki yaşındaki Beycuk’u köle olarak satılmak için Çerkezistan’daki kabilesinden kaçırır. Çocuk, oldukça eziyetli geçen yolculuk güzergahında, sığındıkları bir evde kendisi gibi köle olarak satılmak üzere ailesinden ayrılan Pişasimaf adında bir kız ile tanışır. Beycuk, Kabartay’la birlikte Sinop limanına gitmek üzere gemiye biner fakat kısa sürede Yunanlıların bombardımanı başlar; gemi İstanbul limanına götürülür. İstanbul’a geldiklerinde her ikisi de sorgulanır; Beycuk her ne kadar Kabartay’ı babası olarak tanıtsa da gerçek anlaşılır. Kabartay Anapa’ya geri gönderilirken Beycuk çok sevdiği İstanbul’da kalmak ister. Mekteb-i İdadiye-i Şahane cerrah binbaşısı Esat Efendi Beycuk’u himayesine alır. Eczanesinde Beycuk’u yanından ayırmayıp kısa süre içinde ona her şeyi öğretir ve Çerkezce bir isim olan Beycuk yerine çocuğa Faik adını verir. Faik Efendi, Mekteb-i İdadi’ye başlasa da Esat Efendi’ye yardım etmeye devam eder. Konağa cilt hastalığı tedavisi nedeniyle gelen Nur-ı Dil Hanım’a âşık olur. Nur-ı Dil de aslen Çerkez olup Faik Efendi’nin kız kardeşiyle aynı adı taşır. Gençler rahatça görüşebilmek için çevrelerine kardeş olduklarını söylerler. Nur-ı Dil’in efendisi İstanbul dışında memuriyete atanınca âşıklar birbirlerinden ayrılırlar. Esat Efendi bir süre sonra Faik Efendi’ye Nur-ı Dil Hanım’ın İstanbul’a geldiği ve köle pazarında satıldığı haberini verir. Nur-ı Dil ile Faik Efendi’nin kardeş olmadıkları, birbirlerini sevdikleri anlaşılır. Genç kız efendisinin oğlu Tevfik Bey ile evlendirilmek istenmiş fakat aşkına sadık kalarak bu evliliği reddettiği için evden uzaklaştırılmıştır. Faik Efendi’nin Nur-ı Dil’i satın alacak parası olmaması nedeniyle Nur-ı Dil Hanım başkasına satılır. Mekteb-i İdadi’yi bitiren Faik Efendi Girit’te savaşa katılır. Savaştan yaralı olarak İstanbul’a döndüğünde önceden tedavi ettiği Mustafa Efendi tarafından karşılanır. Bir köşkte yaşamakta olan Mustafa Efendi, tanımadığı bir şahsın bakımını sağlaması karşılığında kendisine köşkünü ve servetini bıraktığını söyler. Bu kişi ile birlikte ısrar ederek Faik Efendi’yi evlendirmek ister. Faik Efendi, evlendiği gün eşinin Nur-ı Dil Hanım olduğunu anlar. Nur-ı Dil Hanım’ı Faik Efendi’nin yıllar önce Çerkezistan’daki kabilesinden kaçırıldığında sığındıkları evde tanıştığı Pişasimaf satın almıştır. Faik Efendi ile Nur-ı Dil Hanım’ın sergüzeştinden haberdar olan Pişasimaf, hem onları evlendirir hem de eşinden kalan serveti onlarla paylaşır.
“İhsan Hanım yahut Atiye Hanım’la Uşşâkının Sergüzeşti”, Rıza Bey’in kendi sergüzeşti yerine anlatmayı tercih ettiği bir aşk hikâyesidir. Çağın, eserde yer alan diğer hikayelere göre bu anlatının yan olay örgüleriyle desteklenmesi açısından roman özelliği taşıdığını vurgular. Bin iki yüz altmış beş senesinde geçit törenini izlemek için Divanyolu’na giden Nazif Efendi’nin haremi, sürekli lalasını isteyen üç yaşındaki Atiye’yi uşaklarına benzettiği bir adamın kucağına verir. Meydandaki izdihamla birlikte Cağaloğlu Caddesi’ne yürüyen kadını gözden kaybeden adam Tavukpazarı’na ulaştığında etrafında kadın sayısı azalır. Irgatpazarı’nda Atiye’nin takkesindeki altınları alıp çocuğu bir tütüncü dükkanına bırakır. Tütün almak için yolunun üzerindeki dükkana uğrayan İsmail Efendi, çocuğun ailesini tanıdığını söyleyerek Atiye’yi alıp Daniş Bey’in evine götürür. Daniş Bey evlat hasretiyle yaşayan, oldukça varlıklı biridir. Atiye’yi kendi çocuğu gibi kabullenip ona en son ölen çocuğu İhsan’ın adını verir. İhsan Hanım, İsmail Efendi’nin oğlu Tahsin ve hizmetlilerinin kızı Despino ile birlikte Tırhala’da bir çiftlik evinde on yıl yaşar. Daniş Bey’in ölümünden sonra İstanbul’a döner. Sık sık bulunduğu Beyoğlu çevresinde tanıdığı Natır Hanım ve Sait Bey’in planı nedeniyle mutsuz bir evlilik yapar ve boşanmaya karar verir. İsmail Efendi İhsan Hanım’a mahkemede tüm gerçeği açıklayarak hem onu eşinin aldatma suçlarına karşı savunur hem de gerçek adının Atiye olduğunu öğrenmesini, öz ailesine kavuşmasını sağlar. Atiye Hanım, eşinden boşanıp Tahsin Efendi ile evlenir.
1288 -1292/1871-1875 yıllarında yayımlanan eser 2002 yılında Salih Okumuş tarafından Müsâmeretname Gece Hikâyeleri adıyla, 2003 yılında ise tam metin olarak Sabahattin Çağın ve Fazıl Gökçek tarafından Müsameretname adıyla yeni Türk harflerine aktarılmıştır.
Yazarın biyografisi için bk. "Emin Nihat". Türk Edebiyatı İsimler Sözlüğü. http://teis.yesevi.edu.tr/madde-detay/emin-nihat
Eserden Örnekler
"Leyalî-i fasl-ı şita bir müsait mevsim-i müsameret-pîrâ olup hem o evan-ı bürudet-nişanı bir hoşça idrar etmek ve hem de deveranından istifade eylemek üzere hem-efkâr olan bazı ehibba-yı hakikat-aşina ile bilittifak münavebeten her akşam bir mahalde içtima ve her gece gûnâgûn ceride-i mebahis-i müfide endahte-i mevki-i beyan ve istifa olup onların mütalâa ve tedkikiyle ifade ve istifade olunmakta idi. Bir eyyam şu vechle güzeran ettikten sonra bazı gecelerin de ibreten li'l-samiîn huzzardan her birerlerinin gençlik münasebetiyle vuku bulan sergüzeştlerinin hikayesine inhisarı kararlaştırılmış olmasıyla işbu kararın birinci gecesi olmak üzere zabitan-ı askerîden (...) Paşazade Binbaşı Rıfat Bey sergüzeştini şu vecihle averde-i mevki-i beyan eyledi ki:
Çend sene mukaddem evvel-baharda bir pazar günü beraber-yı tenezzüh Boğaziçi'ne azamet etmiş idim. Fakat şu azimet fevka'l-memul havanın birdenbire kesb-i safvet ve letafet edişinden neşet eylediğinden sabahleyin erkence bir münasip refik tedariki için ehibbadan pek sevdiğim bir iki zata ariza-i teşvikiye takdiminde bulundum ise de tesadüfen birer mevani-i kaviye ile mukayyet bulunduklarından bahisle beyan-ı teessüfü havî cevap alarak hiçbirisinden eser-i muvafakat göremediğim için vehleten revnak-şiken-i şevk-i azimet olmuş idi. Lâkin hasbe'l-mevsim oraları pek çok zevatın rağbet ve içtimaından gayr-i halî olacağı ve belki çoktan beri mütehassir-i şeref-musahabeti olduğum bazı ehibbanın tesadüfü bile siyab-ı ihtimalden sade ve ârî olmayacağı ümidi şem'-i azimeti be-tekrar iş'al eylediğinden yalnızca gidivermeye niyet ve Köprü'den saat iki buçuk vapuruna rakiben tahrik-i çerh-i azimet eyledim. Havanın o günkü revnak ve letafeti güya lisan-ı hâl ile halkı mesire ve çemenzara daveti ilân eylemekte idi. Çünkü o güne kadar havalar mütemadiyen gayet rutubetli ve mağmumane mürur ve afitab-ı cihan-tab ise ru-yi zemini bir müddet envar-ı didarından mehcur etmiş ve o cihetle Dersaadet halkının ekserisi kuytu ve nezaretsiz hane ve meştalarında bunalıp kaldıkları canlarına yetmiş olduğundan o gün pek çoğu kemal-i itina ile giyinip bezenmiş ve gezip tozmaya bir derece özenmiş idiler ki, yalnız Köprü'den binen yolcuların kesreti vapuru doldurmakta gereği gibi hakkını vermiş bir hâlde idi." (Emin Nihat 2003: 25-26).
Kaynakça
Çağın, Sabahattin (2003). "Müsameretname'ye Dair", Müsameretname, (hzl. Sabahattin Çağın, Fazıl Gökçek). İstanbul: Özgür Yayınları.
Çağın, Sabahattin (2017). Tanzimat Dönemi Türk Edebiyatında Hikâye. İstanbul: Dergâh Yayınları.
Emin Nihat Bey (1288/1871). “Binbaşı Rif'at Bey‟in Sergüzeşti”, Müsâmeretnâme (I). İstanbul.
Emin Nihat Bey (1289/1872). “Kapı Kethüdası Behçet Efendi ile Makbule Hanım‟ın Sergüzeşti I”. Müsâmeretnâme (II). İstanbul.
Emin Nihat Bey (1289/1872). “Kapı Kethüdası Behçet Efendi ile Makbule Hanım‟ın Sergüzeşti II”. Müsâmeretnâme (III). İstanbul.
Emin Nihat Bey (1289/1872 ). “Bir Osmanlı Kaptanının Bir İngiliz Kızıyla Vuku Bulan Sergüzeşti”. Müsâmeretnâme (IV). İstanbul.
Emin Nihat Bey (1290/1873). “Gerdanlık Hikâyesi”. Müsâmeretnâme (V), İstanbul: Hacı Mustafa Efendi Matbaası.
Emin Nihat Bey (1290/1873). “Vasfi Bey ile Mukaddes Hanım‟ın Sergüzeşti I”. Müsâmeretnâme ( VI). İstanbul: Hacı Mustafa Efendi Matbaası.
Emin Nihat Bey (1290/1873). “Vasfi Bey ile Mukaddes Hanım‟ın Sergüzeşti II”. Müsâmeretnâme ( VII). İstanbul: Hacı Mustafa Efendi Matbaası.
Emin Nihat Bey (1292/1875). “Faik Bey ile Nurudil Hanım‟ın Sergüzeşti I”. Müsâmeretnâme (VIII). İstanbul: Kırk Anbar Matbaası.
Emin Nihat Bey (1292/1875). “Faik Bey ile Nurudil Hanım‟ın Sergüzeşti II”. Müsâmeretnâme (IX). İstanbul: Kırk Anbar Matbaası.
Emin Nihat Bey (1292/1875). “İhsan Hanım Yahut Atiye Hanım‟la Uşşakının Sergüzeşti I”. Müsâmeretnâme (X-XII). İstanbul: Tasvir-I Efkâr Matbaası.
Emin Nihat Bey (1292/1875). “İhsan Hanım Yahut Atiye Hanım‟la Uşşakının Sergüzeşti II”. Müsâmeretnâme (XII). İstanbul: Tasvir-I Efkâr Matbaası.
Emin Nihat (2003). Müsameretname. (hzl. Sabahattin Çağın, Fazıl Gökçek). İstanbul: Özgür Yayınları.
Enginün, İnci (2013). Yeni Türk Edebiyatı Tanzimat'tan Cumhuriyet'e (1839-1923). İstanbul: Dergâh Yayınları.
Evin, Ahmet Ö. (2004). Türk Romanının Kökenleri ve Gelişimi. İstanbul: Agora Kitaplığı.
Finn, Robert P. (1984). Türk Romanı (İlk Dönem: 1872-1900). (çev. Tomris Uyar). Ankara: Bilgi Yayınevi.
Gökalp, G. Gonca (1999). “Osmanlı Dönemi Türk Romanının Başlangıcında Beş Eser”, Hacettepe Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Dergisi, 16: 185-202.
Gökçek, Fazıl (2003). "Müsameretname Yayımlandı (Mı?). İlmî Araştırmalar. 15: 151-160.
Kudret, Cevdet (1979). Türk Edebiyatında Hikâye ve Roman I. İstanbul: Varlık Yayınları.
Okay, M. Orhan (2014). Batılılaşma Devri Türk Edebiyatı. İstanbul: Dergâh Yayınları.
Tanpınar, Ahmet Hamdı (2013). On Dokuzuncu Asır Türk Edebiyatı Tarihi. İstanbul: Dergâh Yayınları.
Atıf Bilgileri
Benzer Eserler
# | Madde | Yazar | Madde Yazarı | İşlem | ||
---|---|---|---|---|---|---|
1 | MÎZÂNÜ'L-BELÂGA (ABDURRAHMAN SÜREYYÂ) | Abdurrahman Süreyyâ, Mîrdûhî-zâde | Araş. Gör. MUSTAFA KILIÇ |
Görüntüle | ||
2 | SÜNÛHÂT (ABDÜLVEHHÂB) | Abdülvehhâb, Bolulu | Dr. Öğr. Üyesi Adem Özbek |
Görüntüle | ||
3 | BELÂGAT-I LİSÂN-I OSMÂNÎ (AHMED HAMDİ) | Ahmed Hamdi, Şirvânî | Araş. Gör. MUSTAFA KILIÇ |
Görüntüle | ||
4 | LUGAT-I KÂMÛS (AHMED LÜTFÎ) | Ahmed Lütfî Efendi | Diğer Hamza Havuz |
Görüntüle | ||
5 | LEHCE-İ OSMÂNÎ (AHMET VEFİK PAŞA) | Ahmed Vefîk Paşa | Diğer Hamza Havuz |
Görüntüle | ||
6 | ISTILÂHÂT LÜGATİ (YENİŞEHİRLİ AVNÎ) | Avnî, Yenişehirli | Dr. Bihter Gürışık Köksal |
Görüntüle | ||
7 | BELÂGAT-I OSMÂNİYYE (CEVDET PAŞA) | Cevdet Paşa, Ahmed Cevdet Paşa, Lofçalı | Prof. Dr. Mücahit Kaçar |
Görüntüle | ||
8 | HADÎKATÜ'L-BEYÂN (HACI İBRÂHİM EFENDİ) | Hakkı, Hacı İbrâhim Hakkı Efendi | Araş. Gör. MUSTAFA KILIÇ |
Görüntüle | ||
9 | SEFÎNETÜ’L-İNŞÂ (HÂLET) | Hâlet, İbrâhim Hâlet Bey, İstanbullu | Araş. Gör. MUSTAFA KILIÇ |
Görüntüle | ||
10 | SEVDÂ-YI NİHÂN (HÂLİD) | Hâlid, Yenişehirli-zâde Hâlid Eyyûb Bey | Doç. Dr. Macit Balık |
Görüntüle |