MAİ VE SİYAH (HALİT ZİYA UŞAKLIGİL)
roman
Halit Ziya Uşaklıgil (d. 1865 - ö. 27 Mart 1945)

ISBN: 978-9944-237-87-1



Halit Ziya’nın İstanbul’a gittikten sonra kaleme aldığı ilk romanı. Mai ve Siyah, önce 1896-1897 yıllarında Servet-i Fünun’da tefrika edilmiş, ardından 1898’de kitap olarak yayımlanmıştır. Halit Ziya’nın sağlığında altı baskı (1900, 1913, 1938, 1942) yapmıştır. Bu baskılardan sonuncusunda eser, yazar tarafından sadeleştirilmiştir. Kendisiyle yapılan röportajlarda en değer verdiği romanı olarak andığı bu eser, ona göre devrinde çok fazla muhakeme edilmiş ve didiklenmiştir. Bunun tek sebebi, “bizde roman ve hikâyenin tekâmülüne bir dönemeç noktasına tesadüf etmiş” olmasıdır (Uşaklıgil 2008: 702). 

Sıcak ve huzurlu bir ailenin içinde yaşayan Mai ve Siyah’ın kahramanı Ahmet Cemil, babasının ölümü üzerine ailenin geçim yükünü üzerine almak zorunda kalan edebiyata meraklı, şiir yazan bir gençtir. Bir yandan eğitimini sürdürürken bir yandan da tercümeler yaparak, ders vererek ailesini geçindirmeye çalışır. Yeni kurulan Mirat-ı Şuun gazetesinde çalışmaya başlar. Ahmet Cemil’in üç büyük hayali vardır: “Kendini tamamen edebiyata verebilmek için bir gazete sahibi olmak” (Tanpınar, 1992; 279), tamamen yeni tarzda yazılmış şiir kitabını tamamlamak ve zengin bir ailenin çocuğu olan okul arkadaşı Hüseyin Nazmi’nin kız kardeşi Lamia ile evlenmek. Bu hayallerini zorlaştıran iki kişi de romanda yer almaktadır. Bunlar gazetede çalışan ve eski edebiyat görüşüne sahip olan Raci ile hastalanan patronunun yerine geçen Vehbi’dir. Ahmet Cemil, gazetedekilerin aracılığıyla kız kardeşi İkbal’i Vehbi’yle evlendirir. Gazeteyi büyütmek için oturdukları evi ipotek ederek yeni makinalar alınır. Ancak Vehbi iyi bir koca değildir ve İkbal’e şiddet uygulamaya başlar. En son hamile haliyle İkbal’i merdivenlerden yuvarlar ve onun ölümüne neden olur. Aralarındaki çatışma sonucu Ahmet Cemil gazeteden kovulur. Artık Ahmet Cemil’in büyük hayallerinden biri yıkılmıştır. Bu olay, Ahmet Cemil’in hayatında “siyah” tabloların başlangıcı olur. Şiir kitabını bitirirse de Raci’nin şiddetli eleştirileri karşısında kitabını yakar (Bunu durumu bir röportajında, sansür kurulu tarafından basımı reddedildiği için müsveddelerini yaktığını söylediği Sefile romanı ile ilişkilendirir.). Bu, onun ikinci hayal kırıklığıdır. Ardından arkadaşına yaptığı bir ziyarette Lamia’nın nişanlandığını ve başkasıyla evleneceğini öğrenir. Böylece üçüncü büyük hayali de yıkılmış olur. Artık onun için İstanbul’u terk etmekten başka bir yol kalmamıştır. Siyah bir İstanbul gecesinde bir taşra memuriyeti için gemiyle İstanbul’dan ayrılır. Bütün bu hayal kırıklıkları, Tanpınar’ın deyimiyle bu eseri “bir hayal kırıklığının romanı” haline getirir (Tanpınar, 1992: 279). Aslında bu durum, Halit Ziya’nın İzmir dönemi roman ve hikâyelerinde de görülen “hayal hakikat çatışması” ile “kaçış” temalarının yazar tarafından Servet-i Fünun romanına taşındığını göstermektedir. Halit Ziya’nın bu romanı aynı zamanda bir Servet-i Fünun manifestosudur. Tevfik Fikret’in “Süha ve Pervin” şiiriyle yaptığını Halit Ziya bu romanıyla gerçekleştirmiştir. Nitekim Ahmet Hamdi Tanpınar, bu eseri nesli namına konuşan ilk eser sayılabilir şeklinde değerlendirir ve şunları söyler: “Edebiyat-ı Cedide santimantalizmi, dargınlığı, ahlakî davranışı, her şey, bütün sanat ve üslup ihtiraslarıyla beraber bu eserdedir.” (Tanpınar, 1992; 279). Bir şair olan Ahmet Cemil’in edebiyata dair görüşleri aslında Servet-i Fünuncuların da görüşleridir. Ahmet Cemil ilk şiir zevkini babasının verdiği Mesnevi dersleri ile alır. Daha sonra Hüseyin Nazmi ile birlikte Divan şairlerini, Yunan ve Latin şairlerini ve Batılı romantik şairleri okurlar. Onları en çok etkileyen sonunculardır. Bütün bu okumalar Ahmet Cemil’de yazma duygusu uyandırır. Nasıl bir eser yazmak istediğini anlattığı satırlar, bu romanın adını da belirlemektedir: “Bir şey yazmak, o duyguların içinden bir şey çıkarmak istiyorum ama bir kere ne yazmak istediğimi tayin edebilsem. (…) Bilir misin nasıl şey? Bak şu semaya, ne görüyorsun mailiklerden mürekkeb bir derya... Gözlerinle onun içine girmeğe çalış; o mailikleri yırtmak için uğraş, ne görüyorsun? Mai... daima mai... değil mi? Sonra, bak ayağımızın altındaki toprağa ne buluyorsun? Donmuş, simsiyah bir renk... Of!.. O siyah tabakaları parçalayarak içeriye bak; in, in, in ne kadar inebilmek mümkünse o kadar in; ne buluyorsun? O siyahlıklar içinde ne buluyorsun? Siyah... daima siyah değil mi? İşte öyle bir şey yazmak istiyorum ki yukarı bakılsa mai ve daima mai; aşağı bakılsa siyah daima siyah... Bir şey ki mai ve siyah olsun.” (Uşaklıgil, 2016; 55).  Eserde Türk ve Batı edebiyatına dair düşünceler ve eleştirilere yer verilmiştir. Sözgelimi Divan şiiri ve nesri dilin üstünü örten süsleme ve sanat yapma arzusu nedeniyle eleştirilmiştir. Ahmet Cemil’e göre “edebiyatın amacı kelime oyunları yapmak değil, insanı bütün düşünce, duygu ve hayalleriyle anlatmaktır. Eski edebiyatın dili bunun için yeterli değildir.” (Huyugüzel, 2010; 65). Bunun yanında şiir dili, tercüme, vezin, kafiye konusundaki görüşler de ele alınır. Bu görüşler aynı zamanda Servet-i Fünuncuların da görüşleridir. Mesela uzun bir şiiri aynı vezinle yazıp şiirin monotonlaştırılmasını eleştirirken Servet-i Fünuncuların serbest müstezatları akla gelir. Yine bu romanda ifade edilen şiirin konusuna göre vezin seçme, başta Tevfik Fikret olmak üzere Servet-i Fünuncuların savunduğu bir görüştür. Mai ve Siyah’ın üslubunu çok ayrıntılı şekilde inceleyen Mehmet Kaplan, eserin en meşhur tasvirlerinden olan “baran-ı elmas” tasvirinden yola çıkarak onun üslubunun her şeyi belirtme endişesi duyan fotoğrafik üslup olduğunu belirtir. Bu her şeyi birden verme arzusu onun cümlelerinin de uzamasına yol açmaktadır (Kaplan, 1993; 449). Kaplan’ın işaret ettiği bir başka husus, tasvirlerde insan-eşya ilişkisidir. Bilindiği gibi bu özellikler doğrudan realizme ait hususlardır. Ona göre Halit Ziya’nın şiirsel bir üslubu vardır ve bu kahramanının “hayalperest bir şair” olmasından kaynaklanmaktadır. Ancak bu şiirsel üslubun onun diğer eserlerinde de olduğunu teslim eder.

Yazarın biyografisi için bk. "Halit Ziya Uşaklıgil". Türk Edebiyatı İsimler Sözlüğü. http://teis.yesevi.edu.tr/madde-detay/usakligil-halit-ziya

Eserden Örnekler


Ah! Bu bârân-ı elmas... Bahçenin rakid havasını dağıtan, içinde bir aşk nefhası, sıcak ve baygın bir nefes gibi sanki ta göklerin sezilmeyen yüksekliklerinden dökülen bu nağmeler… Kâh kalbin en derin noktalarından geliyormuşçasına derunî, pest, sanki sâkit; kâh bir teessür feveranına inikâs etmişçesine patlayarak, feryat ederek; bazen bir şikâyet nalesi, bazen bir makhuriyet iniltisi...

Şimdi Ahmet Cemil altından yer kaçıyor, başından sema uçuyor, vücudu bir boşluk içinde yuvarlanmaya başlıyor zannındaydı.

Bârân-ı elmas!

İşte işte; sanki semalardan dökülen, karşısında şu bayırın eteğinde yer yer parıldayan, denizin siyahlıkları içinde şurada burada ışıldayan bu ziyalar; işte işte raks ediyor; yağıyor; onlar da bir bârân-ı elmas, fakat hayatta yüksek şeylere meftun olmuş gözler gibi aşağıdan yukarıya yağıyor; ta o semalara, o üzerinde gülümseyen nurlar, çalkalanan mailiklere doğru yağıyor.

Bir rüya içinde yahut sihir âlemi karşısındaydı; kemanların titreyen eninleri, flavtanın kahkahaları, sanki bu aletlerden, bütün bu kirişlerle tahta veya bakır parçalarından sihirli bir nefesle canlanarak, kanatlanarak uçuşan küçük küçük nağmeler birbirine atılıyor; birinden ötekine bir hicran sedası, ötekinden bir ıztırap enini, şundan bir tahassür nalesi, diğer birinden bir ümit cevabı çıkarak, bütün o biçare insan ruhuna mahsus acılıkların tatlılıkların hazinesi taşıyor, mai siyah kelebekler gibi uçuşarak, birbirleriyle dudak dudağa bir visal içinde dağılıyorlar, yükseliyorlar; sonra bunlar o parlak semanın mailiklerine, şu muzlim denizin siyahlıklarına serpiliyor; işte işte şu aşağıya süzülen, şu yukarıya uçuşarak siyahlara bürünen soluk ziyalar! Bârân-ı elmas...

Son bir nağme tufanıyla nagihanî bir karar bütün bu hayalat silsilesine hatime çekti. Ahmet Cemil sanki bir rüyadan uyandı, etrafına baktı. Şimdi her şey hakikate ricat etmiş oldu. Başını çevirdi, burada niçin bulunduğunu anlamak için düşündü, baktı, o vakit tahattur etti. Arkadaşları şüphesiz orada, işte şuracıktan bir parçasını gördüğü bahçenin kalabalığı arasında olacaklardı. Onların yanına gitmeye ne lüzum var? Ta ötede dönen bir levhanın yalnız bir kısmı şeklinde gözünün önünden akıp giden şu seyrancılara ağaçların arasında küme küme oturan bütün bu halka onun bir nispeti var mı ki, gitsin de o kalabalığın içine atılsın? O bu dünyada herkesten uzak, herkese yabancı değil mi?

Şimdi kendisini biraz topluyor, şakaklarında hafif bir serinlik hissediyor, dimağını ateşîn bir bulutla örten buhar yavaş yavaş açılıyordu: Onun âlemi işte şu yavaş yavaş açılan beyninin içinde mai bir sema, o mai semanın içinde birçok gülümseyen ümit yıldızlarından ibaretti. Orada da bir bârân-ı elmas...

İşte gözlerini kapayınca görüyor: Mai bir sema altında azim bir sahra ki sabahın hüzünden ve neşeden, renkten ve zulmetten, sükûttan ve nağmeden, gölgeden ve hayalden; o yekdiğerinin hem aynı hem gayri zannolunan tezatlarından mürekkep hâli altında, henüz uykusundan tamamıyla sıyrılamamış mahmurluklarla yüklenmiş sisler arkasında boğulan ufuklara doğru uzanıp gitsin. Üzerinde bir sema ki geceden kalma siyahlıklarla gündüzün ilk şaşaalarının imtizacından mürekkep esmer bir renkle gözleri taltif eder, bir müphem renk altında mai bir atlas hâlinde görünen semanın derin bir köşesinden Zühre’nin beyaz handesi hâlâ görünür, bakir bir saffetle münevver bir göz gibi bakmaktadır...

O lacivertliklerin bir tarafında henüz belirsiz bir nurdan toz savruluyor gibidir. Bu sahranın üzerinden, o semanın altından bir peri alayının kanatlarıyla dalgalanıyor denebilen hafif bir hava uçar ki dikkat edilse bir ruhanî cihanın zemzemesine benzer nağmelerle titrer. Bütün menazır sabahlara mahsus o rengin müphemiyeti içinde hava ve hayalden mürekkep bir gölge şeklinde durur; fakat bir zaman gelir ki birdenbire bir ihtişam çağlayanı dökülür, biraz evvel sönük duran sema sanki bir yangınla dolar. Ufkun bir kenarından güneşin sinesinden sahraya bir nur tufanı döker, semanın bu muhteşem yangını altında sahra müşevveşiyetten sıyrılır, bütün sahra taze bir hayatın canlılığıyla tutuşur (Uşaklıgil, 2016: 24-26).

Kaynakça


Huyugüzel, Ömer Faruk (2010). Halit Ziya Uşaklıgil. 2. b., Ankara: Akçağ Yayınları.

Kaplan Mehmet (1992). Türk Edebiyatı Üzerine Araştırmalar I, 2. b., İstanbul: Dergâh Yayınları.

Tanpınar, Ahmet Hamdi (1992). Edebiyat Üzerine Makaleler, 3. b.,  İstanbul: Dergâh Yayınları.

Uşaklıgil, Halit Ziya (2008). Kırk Yıl. İstanbul: Özgür Yayınları.

Uşaklıgil, Halit Ziya (2016). Mai ve Siyah. (haz. Ece Serrican). İstanbul: Dergâh Yayınları.

Atıf Bilgileri


Çağın, Sabahattin. "MAİ VE SİYAH (HALİT ZİYA UŞAKLIGİL)". Türk Edebiyatı Eserler Sözlüğü, http://tees.yesevi.edu.tr/madde-detay/mai-ve-siyah-halit-ziya-usakligil-tees-1844. [Erişim Tarihi: 23 Ağustos 2024].


Benzer Eserler

# Madde Yazar Madde Yazarı İşlem
1 GARPTAN ŞARKA SEYYALE-İ EDEBİYE. FRANSIZ EDEBİYATININ NÜMUNE VE TARİHİ. MEDHAL. EZMİNE-I MUTAVASSITA VE 16. ASIR C. I (HALİT ZİYA UŞAKLIGİL) Halit Ziya Uşaklıgil Diğer Gülden Vicir
Görüntüle
2 ESRAR-I SERENDİP (HALİT ZİYA UŞAKLIGİL) Halit Ziya Uşaklıgil Diğer ALİ ERBAY
Görüntüle
3 BİR MUHTIRANIN SON YAPRAKLARI (HALİT ZİYA UŞAKLIGİL) Halit Ziya Uşaklıgil Öğr. Gör. SEVDA ALTUNBAŞ
Görüntüle
4 BIR İZDİVÂCIN TÂRİH-İ MUÂŞAKASI (HALİT ZİYA UŞAKLIGİL) Halit Ziya Uşaklıgil Öğr. Gör. SEVDA ALTUNBAŞ
Görüntüle
5 HAML ve VAZ-I HAML (HALİT ZİYA UŞAKLIGİL) Halit Ziya Uşaklıgil Araş. Gör. Dr. nesrin aydın satar
Görüntüle
6 HİKÂYE (HALİT ZİYA UŞAKLIGİL) Halit Ziya Uşaklıgil Diğer Gülden Vicir
Görüntüle
7 MEZARDAN SESLER (HALİT ZİYA UŞAKLIGİL) Halit Ziya Uşaklıgil Prof. Dr. Yasemin Mumcu
Görüntüle
8 MENSUR ŞİİRLER (HALİT ZİYA UŞAKLIGİL) Halit Ziya Uşaklıgil Prof. Dr. Yasemin Mumcu
Görüntüle
9 NEMÎDE (HALİT ZİYA UŞAKLIGİL) Halit Ziya Uşaklıgil Öğr. Gör. Merve Özdemir Çetinkaya
Görüntüle
10 BİR ÖLÜNÜN DEFTERİ (HALİT ZİYA UŞAKLIGİL) Halit Ziya Uşaklıgil Öğretmen Pürlen Kaleli
Görüntüle
11 MEBHASÜ'L-KIHIF (HALİT ZİYA) Halit Ziya Uşaklıgil Diğer Seçil Okumuş
Görüntüle
12 HESAP OYUNLARI (HALİT ZİYA UŞAKLIGİL) Halit Ziya Uşaklıgil Doç. Dr. Dilek Herkmen
Görüntüle
13 TUHFE-İ LETÂİF (HALİT ZİYA UŞAKLIGİL) Halit Ziya Uşaklıgil Araş. Gör. Ali Karahan
Görüntüle
14 NÂKİL CÜZ I (HALİT ZİYA UŞAKLIGİL) Halit Ziya Uşaklıgil Doç. Dr. Sabahattin Çağın
Görüntüle
15 HÜSAMEDDİN MOLLA (MUSA AKYİĞİTZÂDE) Musa Akyiğitzâde Dr. Öğr. Üyesi Ayşen Uslu
Görüntüle
16 MÎZÂNÜ'L-BELÂGA (ABDURRAHMAN SÜREYYÂ) Abdurrahman Süreyyâ, Mîrdûhî-zâde Araş. Gör. MUSTAFA KILIÇ
Görüntüle
17 SÜNÛHÂT (ABDÜLVEHHÂB) Abdülvehhâb, Bolulu Dr. Öğr. Üyesi Adem Özbek
Görüntüle
18 BELÂGAT-I LİSÂN-I OSMÂNÎ (AHMED HAMDİ) Ahmed Hamdi, Şirvânî Araş. Gör. MUSTAFA KILIÇ
Görüntüle
19 LUGAT-I KÂMÛS (AHMED LÜTFÎ) Ahmed Lütfî Efendi Diğer Hamza Havuz
Görüntüle
20 LEHCE-İ OSMÂNÎ (AHMET VEFİK PAŞA) Ahmed Vefîk Paşa Diğer Hamza Havuz
Görüntüle
21 ISTILÂHÂT LÜGATİ (YENİŞEHİRLİ AVNÎ) Avnî, Yenişehirli Dr. Bihter Gürışık Köksal
Görüntüle
22 BELÂGAT-I OSMÂNİYYE (CEVDET PAŞA) Cevdet Paşa, Ahmed Cevdet Paşa, Lofçalı Prof. Dr. Mücahit Kaçar
Görüntüle
23 HADÎKATÜ'L-BEYÂN (HACI İBRÂHİM EFENDİ) Hakkı, Hacı İbrâhim Hakkı Efendi Araş. Gör. MUSTAFA KILIÇ
Görüntüle
24 SEFÎNETÜ’L-İNŞÂ (HÂLET) Hâlet, İbrâhim Hâlet Bey, İstanbullu Araş. Gör. MUSTAFA KILIÇ
Görüntüle
25 SEVDÂ-YI NİHÂN (HÂLİD) Hâlid, Yenişehirli-zâde Hâlid Eyyûb Bey Doç. Dr. Macit Balık
Görüntüle