DÎVÂN (NECÂTÎ)
şiirler
Necâtî Bey, Îsâ (d. 847-850/1443-1446 ? - ö. 25 Zilkâde 914/17 Mart 1509)

ISBN: 978-9944-237-87-1


Necâtî Bey olarak tanınan Necâtî mahlaslı şairin şiirlerinden oluşan eseri. Şairin, Dîvân’ını hamisi Kazasker Müeyyedzâde Abdurrahman Çelebi (ö.921/1516)’nin yönlendirmesiyle ve onun adına tertip ettiği hususunda 16. yüzyıl tezkirecileri ittifak halindedir. Bu konuda en net bilgiyi veren Âşık Çelebi (ö.979/1572)’ye göre Necâtî Bey, Manisa’da nişancılık vazifesi ile Şehzâde Mahmûd (ö.913/1507-8)’un yanında bulunduğu esnada Müeyyedzâde’nin teşviki ile Dîvân’ını düzenlemiştir (Kılıç 2018: 363). Latîfî (ö.990/ 1582), Tezkire’sinde Necâtî Bey Dîvânı’nın tertibi ile ilgili herhangi bir tarih belirtmez. Ancak Dîvân’ın Müeyyedzâde adına tertiplenmesinin devrin diğer devlet adamlarının düşmanlığına sebebiyet verdiğini ifade eder. Bu düşmanlık neticesinde Necâtî’nin emekli aylığının günlük beş akçe olarak belirlendiği ve Müeyyedzâde’nin müdahale etmesi ile bu miktarın günlük otuz akçeye çıkarıldığı yine Latîfî’den gelen malumatlar arasındadır (Canım, 2018: 358). Buradan hareketle Necâtî’nin, Dîvân’ını emekliliğine yakın bir zamanda tertip ettiği sonucuna ulaşılmaktadır. Nitekim Latîfî’deki bilgilerden yola çıkarak yaptığımız bu yorum, Âşık Çelebi’nin verdiği bilgilerle de örtüşmektedir. Kınalızâde Hasan Çelebî (ö.1012/1604) de diğer tezkire yazarlarını destekler mahiyette, Necâtî’nin, Dîvân’ını Müeyyedzâde adına düzenlemesinden kısa bir süre sonra vefat ettiğini belirtir (Sungurhan Eyduran 2009: 355). Necâtî Bey, Dîvân’ının dibace kısmında Şehzâde Mahmûd’u, II. Bâyezîd (ö.918/1512)’den sonra dokuzuncu Osmanlı padişahı olarak takdim eder (Tarlan 1963: 7). Bu durum Dîvân’ın tertip edildiği esnada Şehzâde Mahmûd’un hayatta olduğunun göstergesidir. Şehzâde Mahmûd’un Kastamonu’da sancak beyi iken, kardeşi Şehzâde Alemşâh’ın vefatı üzerine 910/1504 tarihinde Manisa’ya sancak beyi olarak tayin edildiği ve Necâtî’nin de şehzâdeye nişancı olarak vazifelendirildiği bilinmektedir (Parmaksızoğlu 1979: IV/112). Tüm bu bilgilerden hareketle, Şehzâde Mahmûd’un vefat ettiği 913/1507-08 tarihine kadar Manisa’da bulunan Necâtî’nin, Dîvân’ını 910/1504-913/1507 tarihleri arasında düzenlediğini söylemek mümkündür.

Necâtî Bey Dîvânı, manzum ve mensur karışık bir dibace ile başlar. İslam dininin şiire olan yaklaşımı, şairin şiir poetikasına dair bazı izahatları, II. Bâyezîd ve Şehzâde Mahmûd övgüleri, Dîvân’ın tertip ediliş süreci ve bu sürece Müeyyedzâde’nin etkisi dibacede değinilen hususlardır. Dîvân’ın kasideler kısmında naat haricinde II. Mehmed (ö.886/ 1481)’e (3), II. Bâyezîd’e (8), Şehzâde Mahmûd’a (7) ve devrin diğer devlet adamlarına (7) sunulan toplam 25 kaside yer almaktadır. İlkbahar, kış, gece, savaş, bayram, bağ ve bahçe tasvirleri ile sevgilinin güzellik unsurları kasidelerin nesip kısımlarında işlenen konulardır. Özellikle II. Mehmed’e sunduğu “Şitaiyye" ve "Bahariyye" kasideleri ile II. Bâyezîd’e sunduğu kaside (3 nolu), şairin muhayyilesinden geçirerek şiire yansıttığı orijinal doğa tasvirleri ile dikkat çekicidir. Kıtlığı konu aldığı “Arpa Kasidesi” ise konusu itibariyle özgündür. Kasidelerin büyük kısmında nesip, girizgâh, methiye, tegazzül, fahriye ve dua bölümlerinin bulunduğu görülmektedir. Tespit edilen benzer beyitler ve benzer rediflerden hareketle şairin, kasidelerinde Ahmed Paşa (ö.902/1496-97)’nın tesirinde kaldığı söylenebilir. Böylelikle Ahmed Paşa ile olgunlaşan kaside nazım şeklinin, Necâtî’nin eliyle en yetkin örnekleri verilmiştir denebilir. Bâkî (ö.1008/1600), Zâtî (ö.954/1547), Ravzî (ö.?), Mesîhî (ö.918/1512), Tâcizâde Cafer Çelebi (ö.921/1515), Filibeli Vecdî (ö.1008/1600), Ahmed-i Rıdvân (ö.?), Âşık Çelebi (ö.979/1572), Sehî Bey (ö.955/1548), Mihrî (ö.920/ 1514), Gelibolulu Âlî (ö.1008/ 1600), Edirneli Şevkî (ö.?), Revânî (ö.930/ 1523), Edirneli Nazmî (ö. 993/ 1585), Vahyî (ö.1130 /1718) ve Sünbülzâde Vehbî (ö.1224/1809) Necâtî’nin kasideleri ile benzer redif ve kafiyede kasideleri bulunan şairlerdir.

Dîvân’da kasîdeler ve gazeller arasında kalan kısımda Necâtî’nin Şehzâde Abdullah (ö.887/1483) ve Şehzâde Mahmûd için terkib-i bend nazım şekli ile yazdığı mersiyeleri ve daha çok eleştirel ve didaktik konularda kaleme aldığı kıtaları bulunmaktadır. Kili ve Akkerman kalelerinin fethi (889/1484) ve Şehzâde Mahmûd’un vefatı nedeniyle düşürülen tarihler kıt'a ve mesnevi nazım şekliyledir. Ölen katırı için mesnevi nazım şekli ile yazmış olduğu mersiyesi Şeyhî’nin (ö.?) Harnâme’sini hatırlatmaktadır. 16. yüzyılın önemli şairlerinden Gelibolulu Mustafa Âlî’nin şiirlerinde Necâtî’nin katırına göndermede bulunması, mersiyelerinin yetkin edebiyat çevrelerinde yaptığı tesiri göstermesi bakımından önemlidir (Aksoyak 2006: 31).

Dîvân’ın asıl kısmını Necâtî’nin haklı şöhretine vesile olan, çoğunluğu âşıkane ve rindane gazelleri oluşturmaktadır. Necâtî her şeyden önce bir gazel şairidir. 16. yüzyıl tezkire yazarları, Necâtî’nin orijinal üslubunun yansıma yeri olarak gazeli göstermektedir. Esasen gazellerinde işlediği sevgili, âşık, rakip ve zahit ilişkileri, bahar, şarap ve güzellik unsurları ile felekten ve yaşlılıktan şikâyet vb. konular klasik şiir geleneğinde mevcuttur. Necâtî’yi özgün kılan husus, klasik Türk şiirini Fars şiirinin taklidi hüviyetinden çıkarma noktasındaki başarısıdır. Latîfî Tezkiresi’nde, Necâtî’ye gelene kadar şairlerin, Fars şiirinden aldıkları dil malzemesi ile eserlerini oluşturdukları, şiirde mana ve hayal noktasında tamamıyla Fars edebiyatına bağlı kaldıkları ifade edilmektedir (Canım 2018: 502). Âşık Çelebi Fars şairlerinin ayıplama taşlarından Türk şiirini ve şairlerini Necâtî’nin kurtardığını söylemektedir (Kılıç 2018: 362). Necâtî’nin bu başarısında tatbik ettiği iki yol göze çarpar. İlki Fars şiirinde mevcut ve gelenekte de var olan mecaz ve mazmunların yanına onlarla uyumlu olarak deyim, atasözü, kelâm-ı kibar, kalıp ifadeler, tabirler vb. yerel dil malzemesi ile gelenek, görenek, âdetler, inanışlar vb. Türk kültürüne ait hususiyetleri eklemlemesidir. Rediflerin Türkçe kelimelerden oluşması, Arapça ve Farsça terkiplerin azaltılması ve aruzun Türkçeye zorlanmadan uygulanabilmesi yine bu üslup özelliğinin neticesidir. Necâtî, mahallîleşme olarak tabir edilen bu üslup özelliği ile klasik Türk şiirinin dayandığı dilsel zemini Türkçeyle uyumlu hâle getirir. Tezkirelerde tavr-ı mesel, tarz-ı mesel, mesel-perverlik vb. adlandırmalarla karşılanan bu üslup ile Dîvân’da deyim, atasözü ve yerel tabirlerden müteşekkil gazeller oluşmuştur. Latîfî, tezkiresinde şiirlerinin anlaşılabilmesi için yerel bazı tabirlerin bilinmesi gerektiğini söyleyerek bu tabirlerden Kastamonu yöresine ait olan "nasip, asarmak ve Temenna Kayası" kavramlarını izah etme gereği duyar (Canım 2018: 506). Garîbî (ö.?), tezkiresinde Necâtî’nin, “hâs u âm (toplumun tamamı) dillerinde hiç atasözü ve deyim kalmamıştır ki ben onu şiirime dâhil etmiş olmayayım” diye övündüğünü bildirmektedir (Babacan 2010: 84).

Şiirlerde deyim, atasözü ve yerel ifadelerin kullanımının Necâtî Bey ile başlamış olduğunu söylemek mümkün değildir. Gerek Şeyhî ve Atâyî (ö.841/1437) gibi Necâtî’nin Dîvân’ında defaatle andığı ve otorite olarak gördüğü, gerekse Ahmed Paşa ve Cem Sultân (ö.900/1495) gibi Dîvân'larında Necâtî şiirleri ile benzer pek çok manzume parçası tespit edilen şairler de şiirlerinde mahalli unsurları kullanmıştır. Tezkirelerde Cezeri Kâsım Paşa (Sâfî) (ö.889/1484)’nın, atasözü ve deyimleri şiir diline uyumlu hale getirmede öncü olduğu zikredilmektedir. Ancak bu noktada önemli olan şiirde geçen bu yerel unsurların şiirdeki ahenk ve akıcılığa uygun ve katkı sağlayıcı olmasıdır. Bir diğer ifade ile Necâtî, zengin kelime haznesinden şiire aktardığı her kelimeyi özenle seçmiş ve kelimelerin şiirde yer alan mana, hayal evreni ve ahenkle uyumlu olmasını sağlayabilmiştir. Şiirde kullanılan deyim, atasözü ve yerel tabirler, beytin selaseti içerisinde eriyerek, kulağa hoş gelen, tenafüre ve tenakuza imkân vermeyen, şiirde mana ve hayali de besleyen bir yapıya bürünmüştür. Bu durum öyle bir noktaya gelmiştir ki artık Fars ve Arap edebiyatlarından gelen bazı kalıp ifadeler dahi Türkçeye mâl edilebilmiştir. Nitekim Latîfî bu hususa işaret etmek adına “bintü’l-ineb" ve "duhter-i rez” kavramlarına karşılık, Necâtî’nin bir beytinde kullandığı “üzümün kızı” tabiri ile beyitte geçen mana ve ahenk arasındaki uyumu gösterir (Canım 2018: 504). Bu, Necâtî’nin klasik şiiri taklitten uzaklaştırma ve Türkçe zemine oturtma adına uyguladığı bir diğer yöntemdir. Gelenekte var olan mazmun, mecaz vb. kalıp ifadelerin şiirin mana ve hayal noktasına katkısını Türkçe duyuş ve düşünüş ile gerçekleştirmiştir. Sonuç itibariyle şiirde yer alan kavramların ve işaret edilen mana ve hayalin büyük oranda mahallî unsurlardan oluştuğu, Fars şiirinin taklidi yerine kendi müşahedelerinin tatbiki ile oluşan orijinal ve ince hayallerle dolu yeni bir şiir dili meydana gelmiştir. Bu dil, bir vakit sonra Bâkî ile olgunlaşmış, Şeyhülislam Yahyâ (ö.1053/1644) ve Nedîm (ö.1143/1730) ile temsil keyfiyetine ulaşarak klasik üsluba dönüşmüştür (Kaya, 2013).

Kaynaklarda Necâtî’nin şiirde ulaştığı bu aşamanın Ahmed Paşa ve Şeyhî tarafından da hedeflendiği söylenmektedir. Latîfî 15. yüzyıl şiir geleneğini ve gelişimini Şeyhî, Karamanlı Nizâmî (ö.1469-1473?) ve Ahmed Paşa çizgisi ile özetlemiş ve Necâtî ile kendisinden önce Fars şiirinin taklidi hüviyetinde olan şiirin, mahallî unsurlardan oluşan orijinal görünüme kavuştuğunu ima etmiştir (Canım 2018: 313). Benzer değerlendirmeleri Gelibolulu Âlî de yapmaktadır. Âlî’ye göre Ahmedî (ö.816/ 1413), Şeyhî, Karamanlı Nizâmî ve Ahmed Paşa fesahat ve belagatin ne olduğunun bilincindeydiler. Ancak fesahat ve belagat hususundaki bilgilerini kullanarak ürün ortaya koymada başarılı sayılmazlardı. Onlara kıyasla Necâtî, bunu başarabildiği gibi kendine has güzel bir şiir üslubuna da ulaşabilmiştir (İsen 1994: 112). Âşık Çelebi ise gazel nazım şeklinde Necâtî’nin, kendisinden önce gelenleri yok hükmüne getirdiğini belirtmiştir (Kılıç 2018: 666). Gibb (2009: 362), Ahmed Paşa’nın şiirlerini “tercüme ve adaptasyonlar yumağı” olarak tanımlamış ve gerçek bir payeye sahip ilk gazel şairi olarak Necâtî’yi takdim etmiştir. Dîvân’ının içerik, dil ve üslup özellikleri hakkında yapılan değerlendirmelerden anlaşılacağı üzere Necâtî, kendisine gelene kadar başta Ahmed Paşa ve Şeyhî gibi üstat şairler olmak üzere pek çok şairin amaçladığı, ancak ulaşamadığı şiiri, Fars şiirinin taklidi hüviyetinden çıkarma ve mahallî unsurların ağırlıkta olduğu yeni bir şiir dili kurma hedefini gerçekleştirmiştir.

Necâtî Bey Dîvân’ı kalame alındığı andan itibaren devrin diğer şairleri arasında çokça ses getirmiştir. Yalnızca 16. yüzyılda onlarca kez istinsah edilmiştir. 958/ 1560 yılında derlenen Pervâne Bey Mecmuası’nda Necâtî’nin 102 zemin şiirine yazılan 859 nazire şiir bulunmaktadır (Gıynaş 2014: 30). Ayrıca divanlardan ve şiir mecmualarından Bâkî, Figânî (ö.938/1531-32), Gelibolulu Mustafa Âlî, Muhibbî (ö.974/1566) ve Mihrî’nin dâhil olduğu 24 şaire ait 31 tahmis belirlenmiştir (Kayaokay 2018: 141). Şiirlerine nazire yazanlar arasında Ahmed Paşa, Bâkî, Fuzûlî (ö.963/1556), Hayâlî (ö.964/1557), Kemâl Paşazâde (ö.940/1534) ve Zâtî gibi üstat şairlerin yer alması Necâtî Bey Dîvânı’nın klasik Türk şiirindeki konumunu göstermesi bakımından önemlidir. Çoğunluğu 16. yüzyılda olmak üzere 19. yüzyıla kadar yazılmış 200’e yakın şiir mecmuasında, Necâtî Bey’e ait 502 gazel, 25 kaside, 4 terkib-i bend, 1 murabba, 1 mesnevi, 23 kıt'a ve 24 müfred tespit edilmiştir. Tüm bunlar Necâtî şiirlerinin dolayısıyla Dîvân’ın, şairler arasındaki yaygınlığının ve yüzyıllar içerisindeki okunurluğunun göstergesidir.

Necâtî Bey Dîvânı nüshalarının sayısı, tespit ettiğimiz kadarı ile yurt içinde 67 (İstanbul'da 34, Ankara'da 21, Bursa'da 2, İzmir'de 2, Edirne'de 2, Konya'da 2, Balıkesir'de 1, Amasya'da 1, Diyarbakır'da 1, Erzurum'da 1) , yurt dışında 32 (Fransa'da 5, Mısır'da 5, İngiltere'de 5, Avusturya'da 4, Almanya'da 3, Bosna-Hersek'te 3, İsveç'te 2, Amerika'da 2, İran'da 2, Suudi Arabistan'da 1) olmak üzere toplam 99 adettir. Bu nüshaların haricinde, Macaristan Bilimler Akademisi Kütüphanesi’nde Török O.206 arşiv numarası ile kayıtlı Dîvân’ın, Malatyalı Necâtî’ye (ö.?) ait olduğu tespit edilmiştir. Bahsi geçen Dîvân nüshaları içerisinde, nüshanın müellif hattı olduğuna veya müellifin kontrolünden geçtiğine dair net bir kayıt bulunmamaktadır.

Necâtî Bey Dîvânı’nın tespit ettiğimiz en eski nüshası Avusturya Milli Kütüphanesi’nde Cod.Af.376 arşiv numarası ile kayıtlı yazmadır. Muhammed Sühâyî bin Alî (ö.?) tarafından istinsah edilen nüshanın ketebe kısmında eserin 921/1515 Ramazan’ında tamamlandığı kayıtlıdır (Dîvân-ı Necâtî, Cod.Af.376: 205a). Necâtî’nin vefatından 6 yıl sonra istinsah edildiği göz önünde bulundurulduğunda bunun dikkate değer bir nüsha olduğu söylenebilir. Mısır Milli Kütüphanesi’nde 18 arşiv numarası ile kayıtlı Musavver Dîvân-ı Necâtî isimli eser de zikredilmesi gereken nüshalardandır. Nüshanın ketebe kaydında, Şücâ Şîrâzî (ö.?) tarafından 988/1580 tarihinde tamamlandığı yazılıdır (Musavver Dîvân-ı Necâtî, 18: 335a). Nüsha içinde 28 adet minyatür bulunmaktadır (Kalyon vd. 2019: 162). Nüsha kenarlarında Karamanlı Nizâmî, Cezerî Kâsım Paşa (Sâfî) ve Ahmed Paşa'nın Dîvân'ları da yer almaktadır. İmla olarak da itinayla hazırlandığı anlaşılan nüshanın en dikkat çekici yönü Necâtî’nin bazı gazellerinin bir kelime, bir beyit veya bir manzume parçası değişimi ile bazen iki, bazen üç ve bazen de dört kez tekrar yazılmasıdır. Tarlan neşriyle kıyas ettiğimizde söz konusu nüshada yalnızca 14 gazel eksiktir. Bu haliyle nüshada, toplamda 635 gazel olması gerekirken, gazel tekrarları ile sayı 774’e çıkmaktadır. Dolayısıyla müstensihin en az dört Dîvân nüshasından hareketle iptidai bir edisyon kritik yaptığını ve nüsha farklarını aparatta göstermek yerine metne eklemeyi tercih ettiğini söylemek mümkündür. Amasya Bayezıt İl Halk Kütüphanesi’nde 05 BA 1182 arşiv numarası ile kayıtlı “Dîvân-ı Necâtî” isimli nüsha, müstensihi ve istinsah tarihi belli olmasa da içinde yer alan bazı ibarelerle diğer nüshalar arasında öne çıkmaktadır. Zira nüshanın zahriye kısmında yer alan “cüvân-ı latîf Necâtî’nin en sonra cem eylediği nüshadan yazılmışdur, bundan ebyâtı çokdur” ifadesi, Dîvân’ın istinsah edildiği esnada müellif hattı nüshanın görülmüş olabileceği izlenimini uyandırmaktadır (Dîvân-ı Necâtî, 05 BA 1182). Nüshanın tamamında görülen düzeltme kayıtları ve nüsha kenarlarına yazılan ek beyit ve manzumeler Dîvân’ın müellif hattı nüsha ile kontrol edildiği ihtimalini kuvvetlendirmektedir. Detaylı bilgilerini verdiğimiz bu nüshaların yanı sıra, Süleymaniye Yazma Eserler Kütüphanesi, Nu. 3881, 3882, 3883; İstanbul Üniversitesi Nadir Eserler Kütüphanesi, Nu. 1755, 2854, 784; Milli Kütüphane, Nu. Mil 6902, Mil 865; Fransa Milli Kütüphanesi, Nu. Turc 281, Turc 358; Michigan Üniversitesi Kütüphanesi, Nu. 403; Bursa Yazma Eserler Kütüphanesi, Nu. 4195; Sermet Çifter Yazma Eserler Kütüphanesi, Nu. 690; Edirne Selimiye Yazma Eserler Kütüphanesi, Nu. 22 Sel 724 ve Almanya Milli Kütüphanesi, Ms.or.oct. 3507 arşiv numaralı yazmalar da imlâları, içerdikleri toplam şiir sayıları ve nüsha şecerelerindeki konumları nedeniyle kayda değer nüshalar arasındadır.

Necâtî Bey Dîvânı nüshalarından yalnızca 21’inde istinsah tarihi bulunmaktadır. Nüshalardaki temellük ve vakıf kayıtlarından, nüsha içerisindeki başka yazarlara ait metinlerin yazım tarihlerinden, ortak müstensihlerden hareketle belirlenen istinsah tarihlerinden, nüshaların kâğıt ve yazı özelliklerinden hareketle yapılacak istinsah tarihi tahminleri ile bu sayı daha da artırılabilir. Yazım tarihi belli olan nüshalardan 19’u 16. yüzyılda kaleme alınmıştır. Bu durum Necâtî Bey Dîvânı’nın daha ziyade 16. yüzyılda kopyalandığını göstermektedir. Bâkî, Fuzûlî, Nâbî (ö.1124/1712), Şeyh Gâlib (ö.1213/1799) vb. büyük şairlerin yetişmesi ile sonraki yüzyıllarda Dîvân nüshalarının istinsahında azalmalar görülmektedir.

Ali Nihat Tarlan’ın 1963’te tamamladığı Necâtî Bey Dîvânı, metnin tenkitli neşrine yönelik olarak yapılan ilk çalışmadır. Tarlan, İstanbul, Amasya ve Diyarbakır’da bulunan muhtelif yazma eser kütüphanelerinden temin ettiği 23 nüsha ve 2 mecmuadan hareketle metnin, tenkitli neşrini gerçekleştirir (Tarlan 1963: VIII-XIV). Akabinde 1966 tarihinde Mehmet Çavuşoğlu tarafından Dîvân metnine yönelik tahlile dayalı bir doktora çalışması hazırlanmış ve daha sonra bu çalışma yayımlanmıştır (Çavuşoğlu 1971). Dîvân’ın popüler neşri 1992 yılında Akçağ Yayınları aracılığı ile yapılmıştır (Tarlan 1992). Mehmet Çavuşoğlu, Ahmet Atillâ Şentürk, İskender Pala, Numan Külekçi ve Süleyman Solmaz Necâtî şiirlerinden seçmeler yayımlayan araştırmacılardır. Dîvân metni üzerine son ciddi çalışma Ozan Yılmaz’a ait Necâtî Bey Dîvânı isimli popüler neşirdir. Yılmaz, Tarlan’ın Dîvân neşrine bağlı kalmakla beraber Tarlan neşrinde kullanılmayan bazı nüshaları çalışmasına dahil etmiş, bu neşirde yer almayan 6 gazel ve biri Farsça olmak üzere 2 kasideyi de kendi neşrine eklemiştir (Yılmaz 2015: 12). Son olarak eser üzerine Enes İlhan “Necâtî Bey Dîvânı: Tenkitli Metin-Bağlamlı Dizin ve İşlevsel Sözlük” isimli bir doktora çalışması hazırlamaktadır. Bu çalışma esnasında Dîvân’ın yurt içi ve yurt dışında bulunan 96 nüshasına ulaşılmış ve sekiz yüze yakın şiir mecmuası taranmıştır. Ayrıca nüsha aileleri ve şecereleri oluşturularak seçilen nitelikli nüshalar aracılığı ile metnin, tenkitli neşri tamamlanmıştır. Çalışmanın son aşaması olan Dîvân metninin sözlüğü, TEBDİZ (Tarih ve Edebiyat Metinleri Bağlamlı Dizin ve İşlevsel Sözlüğü) projesi dahilinde sürdürülmektedir.

Necâtî Bey Dîvânı klasik divan tertibine göre hazırlanmıştır. Tarlan neşrinde eserin, dibace kısmı, kasideler, musammatlar, mukattalar, müfredler, gazeller ve Farsça şiirler şeklinde düzenlendiği görülmektedir. Yılmaz neşrinde ise, Tarlan neşrinden farklı olarak musammatlar, mukattalar ve müfredler gazellerden sonra ve Farsça manzumelerden önce gelmektedir. Ayrıca Tarlan neşrinde, iç içe bir görünüm arz eden kıt'a, rubai, mesnevi ve müfredler ayrılarak hepsi için ayrı bölümlerin oluşturulduğu dikkati çekmektedir. Nitekim Dîvân’ın yazmalarında da mukattalar kısmının yeri hususunda birlik görünmemektedir. Ancak nüshaların büyük kısmında mukattalar kısmının gazellerden sonra geldiği tespit edilmektedir. Son neşirde dibace bölümü haricinde Dîvân’da “28 kaside, 654 gazel, 5 musammat, 4 mesnevi, 69 kıt'a, 2 rubai, 22 müfred, 14 Farsça şiir (1 kaside, 5 gazel, 4 kıt'a, 2 nazm, 2 müfred)” bulunmaktadır (Yılmaz, 2015: 12). Son olarak nüshaların tamamına yakınının ve sekiz yüze yakın şiir mecmuasının gözden geçirilmesi neticesinde Tarlan neşrinde yer almayan 64 gazel, 7 kıt'a, 12 Farsça manzume ve 128 beyit tespit edilmiştir. Hazırlanmakta olan doktora tezinde, müstensihlerin yapabileceği hatalar da göz önünde bulundurularak, belli sayıda tanığa ulaşan ve Necâtî üslubunu yansıtan manzumelerin de metne eklenmesi ile Necâtî Bey Dîvânı’nın tamamlanmasına çalışılacaktır.

Şairin biyografisi için bk. "Necâtî, Îsâ". Türk Edebiyatı İsimler Sözlüğü. http://teis.yesevi.edu.tr/madde-detay/necati-bey-isa 

Eserden Örnekler


Gazel

Âşık olduğum duyaldan yüzüme bakmaz habîb

Yöresine uğramaz ölümlü bîmârun tabîb


Çîn-i zülfümden çekilsün dir imişsin dostum

Hey me'âza'llâh ne çâre uşda boğaz uşda ip


Pâdişâhum kılıcunla açılur iklîm-i hüsn

Gamzenün şânında münzel âyet-i fethun karîb


Dil garîbin urur ayaklara zülfün gerçi kim

Eller üstine tutarlar anı kim ola garîb


Kısmet olmağ ister isen derd u gam cân ü dile

Ok bıraksun gamzen ey ebrû-kemânum yâ nasîb


Mest olıcak kan içer dirler senünçün dostum

Hey gözi mestüm şarâb-ı nâzı neylersin içib


Za'f ile görünmez oldum kimden umayın visâl

Görmeyicek hastayı kime ilâc eyler tabîb


Acır isen gel Necâtî derd-mende acı kim

Ne leb-i dil-ber nasîb oldı ne halvâ-yi rakîb (Tarlan, 1963: 160)


Gazel

Beni cevr ile öldürse dimen ol yâra kanludur

Halâl olsun ana kanum yigitdür delikanludur


İşitdüm kim rakîb ölmiş habîbün ömri çog olsun

Kapudan bir seg eksilmiş anı sanman ziyânludur


O mâhı nâ-gehân görsem bana söylemeyüb geçse

Kalur barmagum agzumda gören dimez ki cânludur


Dimişdi öldürem seni ferah ol tîg-i hışmumla

Dirîgâ ahdine turmaz sanasın Karamanludur


Necâtî ey perî-çihre inen üftâde olmışdur

Yüzinün rengi zerd olmış gözinün yaşı kanludur (Tarlan, 1963: 188)


Gazel

Âşıka cânından ise vasl-ı cânân tatludur

Cümlesinden derd-mend olana dermân tatludur


Gamze-i hûn-rîz-i cânân acıdubdur cânumı

Leblerine meyl idersem tanlaman cân tatludur


Hadd ü hattun devridür yanub yakılsun ko gönül

Nev-bahâr ü sebzeler vaktinde biryân tatludur

           

Vuslat umanlar duyar mı acısını fürkatün

Tâlib-i gevher olana bahr-i Ummân tatludur

           

Ârzû-yi bûse itsem ol şeker-leb diş kısar

Bellüdür câm-ı şarâb-ı nâb pinhân tatludur

           

Devr-i hüsnünde makâm iden ser-i kûyun yeger

Nev-bahâr u işret-i sahn-ı gülistân tatludur

           

Gamzen okları yagarken cân virürin ölmege

Her kişi anı bilür kim hâb-ı bârân tatludur

           

Râh-ı ışkunda senün peykânuna cân virdügüm

Bu ki Ka'be yollarında habb-ı rümmân tatludur

           

Bâde şîrîn leblere öykündügini işidüb

Acısındandur didügi la'l ü mercân tatludur

           

Ma'rifet virmez Necâtî câhile fâhir libâs

Kimse dimez rengine bakub za'afrân tatludur (Tarlan 1963: 233)


Gazel

Dil kesilmez aşk-ı dil-berden ko nâsih sözi kes

Veh ki bu hâb-ı eceldür olımaz mâni' meges

           

Âşık olmayınca itmez kimsene dilden figân     

Yola girmeyince kılmaz nâle vü zârî ceres

           

Âşık içün ağlayanlar ayruğ acı görmesün

Müstedâm olsun benümçün âh idenler bir nefes

           

Ahşamın gel dünle gel itme rakîbünden hazer

Gice gezdün diyebilmez mâh-ı tâbâna ases

           

Hüsn gül-zârında cân bülbüllerin asmağ içün

Kara tellerden düzetmiş zülf-i müşgînün kafes

           

Lutf meydânında sen burdun çinârun pençesin

Didi el arkası yirde ey boyı şimşâd pes

           

Ey Necâtî âşık olanlarda neyler ârzû

Kendüni dagıtma cem' olmaz hevâ ile heves (Tarlan 1963: 295)


Gazel

Lebün letâfeti söylense goncanun sözi yok

Sözün halâveti anılsa şekkerün tuzı yok

           

Aceb nice hareket itdi serv kâmetüne

Ki nergisün anı gülşende görecek gözi yok

           

Dehânun ile miyânun durur eger var ise

Vefâlarun gibi bir adı var kendüzi yok

           

Cefâ denizine düşdüm kenâra yok çâre

Belâ dünine sataşdum meded ki gündüzi yok

           

Güneş yüzini gürüb eskilendi bedr-i münîr

Tana kalub tapuna gelmege senün yüzi yok

           

Kapuna göz yaşı ilten sa'âdet ehli olur

Necâtî'nün dimesünler ki gökde yılduzı yok (Tarlan 1963: 317)


Gazel

Âşık irdi îd-i vasla zâhid eyler dahi şek

Kimine yemek nasîb olur kimisine emek

           

Dostum la'lün temennâsı gönülden gitmeye

Gide gülden reng mülden şevk deryâdan nemek

           

Dâmdur devr-i sipihr ü dânedür cirm-i zemîn

Dâne cürminde tuyûr u âdem olmış müşterek

           

Dil hadeng-i gamzen ile pârelensün gâyeti

Sînede bir kanlu peykânun koyan adın yürek

           

Her kimi görse çeker bir sûret ile bagrına

Görmedüm âlemde âyîne gibi bir yüzi pek

           

Birdür ey dervîş ecel çengâline bay ü gedâ

Kim berâberdür suya döymekde şekkerle nemek

           

Ol cevân-bahtun cemâlini kemâhî görmege

Ay ü günden gözine gözlük tutar pîr-i felek

           

Gün yüzünden ayda bir sohfe yazar mâh-ı münîr

Girü her bir sohfesinde var iki üç yirde hak

           

Şem'-i meclis lâf-ı hüsn itmezdi ammâ bu sabâh

Ölicek hasta gibi azıtdı sözin giderek

           

İtlerüne yalvaranlar işigünde yir bulur

Mansıb-ı âlîdür ol olmayıcak olmaz dilek

           

Bunca yıldur tîr-i âhı düşman içün saklaram

Kim dimişler dostum bin yıl yarak bir gün gerek

           

Zülfün ucından Necâtînün neler çekdüklerin     

Bin yıl olsa ömri binde birin olurdı dimek (Tarlan, 1963: 338)


Gazel

Ben üzümün suyın severem sofî dânesin

Zîrâ kimi kızını sever kimi anesin

           

Sabr ideyin cefâna eyâ cevri çok güzel

Yâ ben ölem firâk ile yâ sen usanasın

           

İnsânlıg eyle âdemîyâna gel ey perî

Nûr ile rûşen eyle gönül tâb-hânesin

           

Sürdüm rakîbi sürmek içün yirlere yüzüm

Süre süre getürdüm ola mı zemânesin

           

Ey gül severse tan mı zenahdânunı gönül

Bülbül cihâna virmez imiş âşiyânesin

           

Göricek itün izini Allâh sevindi dil

Virdiler ana götüri dünyâyı sanasın

           

Di gamzene komadugı yirden götürmesün

Yıkub gidemesün dil ü cânun hızânesin

           

Öldürmege bahâne gerekmez Necâtîyi

Yetmez mi bu bahâne ki sen bî-bahânesin (Tarlan 1963: 379)


Gazel

Şöyle muhkem tutayın bir dahi dil-dâr etegin

Yâ elüm kat' ideler yâ keseler yâr etegin

           

Yakasından geçürübdür ser-i zülfin bilürüz

Nice çok başludur elden komaz inkâr etegin

           

Âferîn ol iki ferzâneye kim eyledi çâk

Biri sahrâ yakasın birisi kühsâr etegin

           

Nice bir tolaşur ak boynuna zülfün nice bir

Yakana dikmedi yâ zülf-i siyeh-gâr etegin

           

Yine gülşende meyün aybını setr itmek içün

Nola rindâne tutarsam yine gül-zâr etegin

           

Beni öldürme ki Ferhâda felek kıyduğına

Dögünür dolduruban taş ile dağlar etegin

           

İşidürüz ki er erden biter ey tâze nihâl

Tutayın ben de varub âşık olanlar etegin

           

Bu Necâtî nazara gelmedi göz yaşı gibi

Yire geçdi tutalı çeşm-i güher-bâr etegin (Tarlan 1963: 394)


Gazel

Atılur çarh okı gibi tîr-i âhum göklere

Ey hilâl-ebrû sakın kim atdıgum düşmez yire

           

Ben beni yirden yire ursam yiridür sâye var

Kim salunır dem-be-dem yanunca bir yüzi kara

           

Âfitâb-ı âlem-ârâyi cemâlün var iken

Hüsn bâzârında almaz kimse füls-i ahmere

           

Sâkiyâ ol sâ'id-i sîmîn elinden bir ayağ

Alınur mı düşmeyince ellere ayaklara

           

Açdı görki defterin hüsn ile ol begler begi

Sen de tîmâr ister isen ey gönül geç deftere

           

Gönlümi ber-dâr idersen benlerünle zülfe sal

Suçluyı âdet budur kim asdururlar kâfere

            

Âlemün ma'mûresinden kalmadı taş üzre taş

Döneli bağrun kara taşa tenün ak mermere

           

Er degül misin Necâtî olma dünyâya mutî'

Avret iken ol şu sûretle mutî' olmaz ere (Tarlan 1963: 418)


Gazel

Dime kim yârda yok cevr ü cefâdan gayrı

Ne dilersen bulınur mihr ü vefâdan gayrı

           

Beni ağlan beni kim üstüme gelmez ölicek

Bir avuc toprag atar bâd-ı sabâdan gayrı

           

Elif-i kâmetün ile kaşuna râ diyeli

Gönlümi eğleyimez kimse bu râdan gayrı

           

Hat u hâlün elemi yetmedi mi gönlüme kim

Çeke hecr âteşini bunca belâdan gayrı


Ne garaz eyleye uşşâk visâlün var iken

Ne murâd eyleye bîmâr devâdan gayrı

           

Dûd-ı âhum ne aceb göklere tutsa yüzüni

Âşıkun kimisi var ola Hudâdan gayrı

           

Yüzine tutsa Necâtî ne aceb haclet elin

Nesi var yüze gelür dest-i du'âdan gayrı (Tarlan 1963: 520)

Kaynakça


Aksoyak, İsmail Hakkı (2006). Gelibolulu Mustafa Âlî’nin Divanları (Divan-I). Harvard University: The Department of Near Eastern Languages and Civilizations.

Aksoyak, İsmail Hakkı (2016). "Gelibolulu Âlî’nin Künhü’l-Ahbâr’daki Şiir Eleştirmenliği", Söylenmemiş Sözler, 14. yy’dan 19. yy’a Anadolu ve Rumeli’de Yazılmış Türkçe Edebî Metinler Üzerine. Ankara: Grafiker Yay. 647-667. 

Babacan, İsrafil (2010). Tezkire-i Mecâlis-i Şu'arâ-yı Rûm. Ankara: Vizyon Yayınevi.

Canım, Rıdvan (2018). Latîfî Tezkiretü'ş-Şu'arâ ve Tabsıratü'n-Nuzamâ. Ankara: KTB Yay. https://ekitap.ktb.gov.tr/TR-216998/latifi-tezkiretus-suara-ve-tabsiratun-nuzama.html [Erişim tarihi: 12.06.2021]

Çavuşoğlu, Mehmet (1971). Necati Bey Dîvânı’nın Tahlili. İstanbul: MEB Yay.

Çavuşoğlu, Mehmet (1973). Necatî Bey Dîvânı (Seçmeler). İstanbul: Tercüman Gazetesi 1001 Temel Eser.

Derdiyok, İ. Ç. ve M. Yüceol Özezen (2009). Ölümünün 500. Yılında Necâtî Bey’e Armağan. Ankara: TDK Yay.

Dîvân-ı Necâtî. Amasya Bayezıt İl Halk Kütüphanesi. Nu. 05 BA 1182.

Dîvân-ı Necâtî. Avusturya Milli Kütüphanesi (Österreichische Nationalbibliothek). Nu. Cod.Af.376.

Gıynaş, Kamil Ali (2014). Pervâne Bey Mecmuası. C. 1. İstanbul: Akademik Kitaplar.

Gibb, Elias John Wilkinson (2009). Osmanlı Şiir Tarihi. C.1. (çev. A. Çavuşoğlu). Ankara: Akçağ Yay.

Hoca Sadettin Efendi (1979). Tacü’t-Tevarih, IV. (hzl. İsmet Parmaksızoğlu). Ankara: KB Yay.

İsen, Mustafa (1994). Künhü'l-Ahbâr'ın Tezkire Kısmı. Ankara: AKM Yay.

Kalyon, A. ve F. Kalyon (2019). "Mısır Milli Kütüphanesi’ndeki Necâtî Bey Dîvân Nüshaları Hakkında". Avrasya Zirvesi 5. İlmi Araştırmalar ve Aktüel Problemler Konferansı. Bakü: Hazar Üniversitesi.

Kaya, Bayram Ali (2013). Necâtî Bey, Îsâ. Türk Edebiyatı İsimler Sözlüğühttp://teis.yesevi.edu.tr/madde-detay/necati-bey-isa [Erişim tarihi: 12.06.2021]

Kayaokay, İlyas (2018). "Necâtî Bey’in Gazellerine Yapılan Tahmisler". Avrasya Bilimler Akademisi Sosyal Bilimler Dergisi, (19): 140-158.

Kılıç, Filiz (2018). Meşâ’irü’ş-şu’arâ. Ankara: KTB Yay. https://ekitap.ktb.gov.tr/TR-210485/asik-celebi-mesairus-suara.html [Erişim tarihi: 12.06.2021]

Külekçi, Numan (2003). Necati Bey. İstanbul: Toker Yay.

Musavver Dîvân-ı Necâtî. Mısır Millî Kütüphanesi (Darü’l-Kütübü’l-Kavmiyye). Nu. 18.

Pala, İskender (1998). Necatî. İstanbul: Timaş Yay.

Solmaz, Süleyman (2005). Necâtî: Hayatı, Sanatı, Eserleri. Ankara: Akçağ Yay.

Sungurhan Eyduran, Aysun (2009). Kınalızâde Hasan Çelebi Tezkiretü'ş-şu'arâ. Ankara: KTB Yay. https://ekitap.ktb.gov.tr/TR-194494/kinalizade-hasan-celebi-tezkiretus-s-uara.html [Erişim tarihi: 12.06.2021]

Şentürk, A. Atillâ (1995). Necâtî Bey’in Sultan Beyazıt Methiyesi ve Bazı Gazelleri Hakkında Notlar. İstanbul: Enderun Kitabevi.

Tansel, Kalbiye (1939). Necati Dîvânı. Bitirme Tezi. İstanbul: İstanbul Üniversitesi.

Tarlan, Ali Nihat (1963). Necâtî Bey Dîvânı. İstanbul: MEB Yay.

Tarlan, Ali Nihat (1992). Necâtî Bey Dîvânı. Ankara: Akçağ Yay.

Tarih ve Edebiyat Metinleri Bağlamlı Dizin ve İşlevsel Sözlüğü (TEBDİZ). http://www.tebdiz.com/ [Erişim tarihi: 12.06.2021]

Yılmaz, Ozan (2015). Necâtî Bey Dîvânı. Ankara: AKM Yay.

Zavotçu, Gencay (Ed.) (2009). I. Uluslararası Türk Dili ve Edebiyatı Sempozyumu, Ölümünün 500. Yılında Necâtî Bey Anısına. Kocaeli: Kocaeli Büyükşehir Belediyesi Kültür Yay. 

Atıf Bilgileri


ilhan, enes. "DÎVÂN (NECÂTÎ)". Türk Edebiyatı Eserler Sözlüğü, http://tees.yesevi.edu.tr/madde-detay/divan-necati-bey. [Erişim Tarihi: 25 Nisan 2025].


Benzer Eserler

# Madde Yazar Madde Yazarı İşlem
1 MÜNÂZARA-İ GÜL Ü HÜSREV (NECÂTÎ) Necâtî Bey, Îsâ Prof. Dr. Fatma Sabiha Kutlar Oğuz
Görüntüle
2 LEYLÂ VÜ MECNÛN (NECÂTÎ) Necâtî Bey, Îsâ Prof. Dr. Fatma Sabiha Kutlar Oğuz
Görüntüle
3 GÜL Ü SABÂ (NECÂTÎ) Necâtî Bey, Îsâ Prof. Dr. Fatma Sabiha Kutlar Oğuz
Görüntüle
4 MİHR Ü MÂH (NECÂTÎ) Necâtî Bey, Îsâ Prof. Dr. Fatma Sabiha Kutlar Oğuz
Görüntüle
5 CÂMASB-NÂME (ABDÎ) Abdî, Mûsâ Prof. Dr. Müjgân Çakır
Görüntüle
6 TERCÜME-İ KASÎDE-İ BÜRDE (ABDURRAHÎM) Abdurrahîm, Abdurrahîm Karahisârî, Şeyh Abdurrahîm Karahisârî, Abdurrahîmu’l-Karahisârî, Abdurrahîm Sultân, Abdurrahîm Mısırlı-zâde, Mısırlı-zâde, Mısrîoğlu, Mısrî Sultân Doç. Dr. Bünyamin Ayçiçeği
Görüntüle
7 RİSÂLE Fİ’L-MEBDE’İ VE’L-MA’ÂD (ABDURRAHÎM) Abdurrahîm, Abdurrahîm Karahisârî, Şeyh Abdurrahîm Karahisârî, Abdurrahîmu’l-Karahisârî, Abdurrahîm Sultân, Abdurrahîm Mısırlı-zâde, Mısırlı-zâde, Mısrîoğlu, Mısrî Sultân Öğretmen Ece Ceylan
Görüntüle
8 NEKÂVETÜ’L-EDVÂR (HÂCE ABDÜLAZÎZ) Abdülazîz, Abdülkâdir-zâde, Hâce Abdülazîz, Usta Abdülazîz Doç. Dr. Recep Uslu
Görüntüle
9 DÎVÂN (ADLÎ) Adlî, Sultân Bâyezîd-i Velî bin Fâtih Sultân Mehmed Prof. Dr. YAVUZ BAYRAM
Görüntüle
10 DÎVÂN-I TÜRKÎ (ADNÎ) Adnî, Mahmûd Paşa Dr. Öğr. Üyesi Hulusi Eren
Görüntüle
11 DÎVÂN-I FÂRİSÎ (ADNÎ) Adnî, Mahmûd Paşa Dr. Öğr. Üyesi Hulusi Eren
Görüntüle
12 DÎVÂN (ÂFİTÂBÎ) Âfitâbî Prof. Dr. Yunus KAPLAN
Görüntüle
13 DÎVÂN (ÂHÎ) Âhî, Benli Hasan, Dilsiz Dânişmend Doç. Dr. Osman Kufacı
Görüntüle
14 HÜSREV Ü ŞÎRÎN (ÂHÎ) Âhî, Benli Hasan, Dilsiz Dânişmend Prof. Dr. Mehmet Fatih Köksal
Görüntüle